BAŞBAKAN 'AKBABA', 'TASMALI' DEDİ; PEKİ KİMLERİ KASTETTİ?
Kral çıplak diyebilen çocuğa madalya takmak lazım. İşte o özgürlüğün simgesidir. Gazeteciler eskiden liberal, muhafazakâr, sosyalist, sosyal demokrat, sağ eğilimli gibi nitelemelere tabî tutulurdu. Hükümet yanlısı nitelemesi zamanımızda yandaşa dönüştü. Zirveden gelen son icraat ise tasmalı gazetecilik. Kumanda aletidir tasma. Ama bir ülkenin başbakanı Uludere konusunu gündemden düşürmeyen gazeteciler için tasmalarınızı çıkardık, uluslar arası tasma taktınız demiştir. (bizim ülke demeye dilim varmıyor)
Başbakan Erdoğan'ın "tasmalarından biz kurtardık"
sözüne Can Dündar'dan çok sert tepki geldi...
Başbakan Erdoğan'ın AK Parti İstanbul İl Kongresi'nde yaptığı konuşmada medya mensupları için söylediği "tasma" sözcüğü tepki çekmeye devam ediyor.
Milliyet yazarı Can Dündar, köşesinde "tasma" sözcüğünü eleştirirken, rehinenin rehin alana, kurbanın avcıya, mahkûmun cellâdına âşık olma hali olarak tanımlanacak "Stockholm Sendromu" kavramından yararlandı.
AK TASMALI GAZETECİLER
"Dün bir kısım muhabir ve köşe yazarının, Ak Parti İstanbul Kongresi'nde konuşan Başbakan'la ilgili yazdıklarını okuyunca Stockholm Sendromu'na yakalandıklarını düşündüm.
Tek sesli-tek şefli gösteride Erdoğan her zamanki saldırgan üslubuyla köşe yazarlarını fırçalarken dedi ki:
"Daha düne kadar üniformalılar sizi arayıp yazdıklarınızdan dolayı azarlıyordu. Karşılarında hazırola geçip aldığınız emir doğrultusunda yazı yazıyordunuz. Sizi tasmalarınızdan biz kurtardık."
Bu ağır itham karşısında ne beklersiniz?
"Köpek" iması ile işaret edilenlerin, meslek onuru bir kenara, hiç değilse kişisel itibar uğruna Başbakan'ı dava etmesini, en azından iki satır yazıyla itiraz etmesini değil mi?
Ne gezer!
Belki muhtemel bir adli soruşturmadan kurtulmaya hayrı olacağını umarak, belki de "Madem kaçış yok" diye zevk almaya çalışarak, yeni model tasmalar için Başbakan'a doğru boyun uzattıklarını gördük.
Utandık.
DÜN TASMALANMADIK BUGÜN DE TASMALANMAYACAĞIZ
Biz, dün askerce tasmalananlardan değildik; bugün de Başbakan'ın tasmaladıklarından olmayacağız.
"Ak tasmalı gazeteciler" kadar, dışarıdan yularlı politikacılara, hocalara, paşalara da karşı duracağız.
Başbakan'ın, sadakat ayinlerinde alkışlandıkça coşan egosuna alkış tutmayacağız.
Uludere'yi unutturmak, "cambaza bak"tırmak için ortaya attığı kürtaj tartışmasına dalmayacağız.
AK Partili kadınlar, Başbakan'ın tarihin yayılmacı despotlarından kopya çektiği "Bolca doğurun" emrini ve "Bedeninize ne yapacağınıza ben karar veririm" tavrını yine Stockholm Sendromu gereği destekleyebilir.
Biz, hükümeti yatak odalarımıza sokmayacağız.
Fikrini beğenmediği genç kızı, "Çok mu kürtaj yaptırdın" diye sorgulayan Ankara Belediye Başkanı'nı sevenler olabilir. Biz bu çirkin maçoluğa karşı duracağız.
(...) Medyaya haki tasmalar yerine ak tasmalar dağıtmaz, tasmasız bir ülke dilerdiniz.
Tarihte pohpohlarla vicdanı köreltilmiş liderlerin sonunu bilir, alkışlar yerine vicdanınıza kulak verir, insaf ederdiniz.
Hürriyet yazarı Sedat Ergin son zamanlarda medyanın gündemindeki “köpek” ve “tasma” konularını bugün köşesine taşıdı. Cumhuriyet yazarı Bekir Coşkun’un köpek ile kurdun hikâyesini anlattığı Paşa başlıklı yazısına Genelkurmay ve Başbakan’ın sert tepki göstermesine dikkat çeken Ergin, Başbakan’ın 27 Mayıs tarihinde partisinin İstanbul İl Kongresi’nde medya için söylediği “tasma”lı sözlerini hatırlatarak şunları yazdı: ‘Sorun, Erdoğan’ın medyayı eleştirmesi değil, bunu yaparken kullandığı dil, başvurduğu üslupla ilgilidir.’
Sedat Ergin’in yazısı
Bu yazıya kızan yalnızca Genelkurmay değildi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da fena halde içerlemişti Coşkun’a.
KÖPEK İLE BENZETME HAKARETTİR TALİHSİZDİR
Başbakan, İtalya gezisinden dönüşünde 8 Mayıs’ta yaptığı açıklamada Coşkun için çok ağır sözler etti, bu arada Genelkurmay’ın açıklamasını ise “gayet kibar” bulduğunu söyledi.
Erdoğan, “Orada yapılan benzetme çok talihsiz bir benzetmedir. Ama bu zat, ne yazık ki bütün kaleminden hep pislik akan bir zat olduğu için bu şeyleri yapıyor” dedi.
Yazıda “köpek ile bir benzetmenin yapıldığını” belirten Erdoğan şöyle devam etti: “Bu tür bir hakarete o makamın ve o makamda bulunanların eyvallah etmemeleri gerekir. Bu tür şeyler cevapsız kalmamalı diyorum. Hakaret ve eleştiri aynı değil. Bunu daha iyi öğrenmeleri lazım.”
Başbakan, açıklamasında “Bence paşaların bu işin hukuki yönünde de haklarını aramaları lazım” diyerek Genelkurmay’a Coşkun’u mahkemeye vermeleri yönünde kuvvetli bir mesaj gönderdi. Genelkurmay’ın Coşkun hakkında suç duyurusunda bulunması üzerine Ankara Cumhuriyet Savcılığı soruşturma açtı. Coşkun, geçen hafta Adliye’ye giderek savunmasını yaptı, generalleri kastetmediğini, yazıyı özgürlüğün önemini vurgulamak için kaleme aldığını belirtti.
BAŞBAKAN ÇELİŞKİYE DÜŞÜYOR
Başbakan’ın 8 Mayıs tarihli açıklamasını analiz ettiğimizde, bir şahsa ya da kuruma “köpek benzetmesi” yapılmasını (Coşkun reddediyor) mahkemeye verilip cezalandırılması gereken bir “hakaret” ve “talihsizlik” olarak gördüğü sonucuna varabiliriz.
Şimdi bu sözlerini bir kenara yazıp Başbakan’ın bundan tam 19 gün sonra 27 Mayıs tarihinde partisinin Türk Telekom stadyumunda düzenlenen İstanbul İl Kongresi’nde medya için söylediği sözlere bakalım. Başbakan, sözü Uludere konusundaki eleştirilere getirerek şöyle konuşuyor:
“On yıllardır, demokrasiye müdahale edenlere, kendi alanı dışına çıkanlara çanak tutanlar, bugün kalkmış, bu ülkenin şerefli askerlerine dil uzatıyorlar. Ya siz kimsiniz? Siz, daha düne kadar, birileri karşısında hazır ola geçip, selam çakıp, aldığınız emir doğrultusunda köşe yazısı yazıyordunuz. Daha düne kadar, üniformalılar sizi arayıp, yazdıklarınızdan, söylediklerinizden dolayı sizi azarlıyordu. Bunları bu tasmalarından kurtaran biz olduk. Ama bunların boynundaki tasma dün ulusaldı, bugün terfi ettiler, uluslararası tasmaları boyunlarına taktılar.”
Başbakan’ın bu sözleri hiçbir şekilde kabul edilemez. Kendisi bu sözleri sarf ederken aklında Bekir Coşkun’un tasmalı köpekten söz ettiği yazısı var mıydı yok muydu, bilemeyiz. Ama gördüğümüz, Coşkun yazısında köpek benzetmesi yapınca bunu “talihsiz” bir “hakaret” olarak karşılayan Erdoğan’ın, konu medya olunca kendisinin aynı benzetmeye başvurmakta hiçbir beis görmediğidir.
Eğer Erdoğan’ın 8 Mayıs tarihli ilk açıklamasına itibar etmek durumundaysak, 27 Mayıs tarihli ikincisini “talihsiz” bulmamız gerekiyor. İkinci açıklamadaki çizgiyi benimsersek, bu durumda mantıken ilk açıklamasını geçersiz saymalıyız.
FATİH SULTAN MEHMET’İN HOŞGÖRÜSÜ VE ERDOĞAN
Ayrıca, Başbakan ikinci açıklamasında kendi içinde de çelişkiye düşüyor. Geçmişte asker kadroların gazetecileri azarlamasını olmaması gereken bir durum olarak değerlendiriyor. Ama bunu belirtirken, kendisi de medyaya karşı açıkça azarlayıcı bir üslup içinde konuşuyor.
Bir başbakan, medyayı, gazetecileri sevmek zorunda değildir. Ayrıca medya eleştirilmez de değildir. Bir başbakanın katılmadığı noktalarda medyayı eleştirmesi de doğaldır. Başbakan ile medya arasındaki ilişkinin gerilimli bir ilişki olması zaten demokraside işin doğasının gereğidir.
Sorun, Erdoğan’ın medyayı eleştirmesi değil, bunu yaparken kullandığı dil, başvurduğu üslupla ilgilidir. Başbakan hakaretamiz bir dille, azarlayıcı bir üslupla konuşuyor. Oysa ileri demokrasilerin yazılı olmayan temel kurallarından biri seçilmişlerin kendilerini nezaket ölçüleri ile bağlı saymalarıdır.
İleri demokrasi kültüründe hoşgörü gibi hasletler de çok önemli bir yer tutar. Hoşgörü, ayrıca tarihi mirasımızın da bir parçasıdır. Nitekim basına “tasma” benzetmesini yaptığı konuşmasında Başbakan, Fatih Sultan Mehmet’in bu yönünü övmüş, “Bu sultan hoşgörünün sultanıdır” demiş.
Başbakan’ın bizlere hoşgörü alanında rol modeli olarak gösterdiği Fatih Sultan Mehmet’in bu alanda kendisine de ilham vermesini temenni ediyoruz.
Sedat Ergin – Milliyet
(Tarassut: Dikkatle bakma, gözetleme, gözleme)
BEKİR COŞKUN: KIYAMAM KÖPEĞE MERT HAYVANDIR
Bekir Coşkun ise, Başbakan’ın o konuşmasını manşetlerine “Arena konuşması büyüledi” şeklinde taşıyan gazetecilere veryansın etti.
Tasma...
Gazetecilere “tasmalı” dedi...
Onlar da içinde “tasma” olan Arena konuşmasının “çok güzel ve muhteşem”olduğunu tepe manşetten duyurdular...
Hav hav hav...
*
Kıyamam köpeğe...
Asil hayvandır...
Merttir köpek; kuyruk salladığında samimidir, ısırmaz... İçinden ısırmak geldiğinde asla kuyruk sallamaz...
İkiyüzlü değildir...
Ama medyadaki “tasmalı” ile konuşuyorum, çevrede kimse duymuyorsa, iktidara demediğini bırakmıyor...
“Tehlike büyüdü” diyor...
“Türkiye gitti” diyor...
“Faşizm bu” diyor...
Manşetine bakıyorum:
“Arena büyüledi...”
“Yüreklerdeki gizli sevgi coştu...”
“Demokrasi çiçekleri açtı...”
*
İkiyüzlüsün birader...
*
Stadyumu Galatasaray da doldurdu...
250 otobüsle ilçelerden insan taşıyan koca iktidar partisi AKP’nin doldurması niye “Böyle kalabalık görülmedi” oluyor?..
Yani Arena Stadı’nı genişlettiler mi?..
Pekiii...
Aynı konuşmada sana ya da meslektaşlarına “Bunların tasması vardı, biz tasmalarından kurtardık” dedi...
Arena’da “yüreklerdeki gizli sevgiyi” gördün de... 600 hoparlörden bağırılan“tasma”yı niye duymadın gazeteci?..
*
Bizim tasma hikâyesine kızan, dava açılmasını isteyen... Yetmedi“Kaleminden pislik damlayan yazar” diyen Başbakan’ın, bu kez gazetecilere“tasma” takması onun ne halde olduğunu gösteriyor...
O ayrı...
Ama “yüksek tirajlı” gazetelerden, televizyonlardan hiç mi ses çıkmaz?..
Yazıyı iki gün beklettim ki, belki ses çıkar hani...
“Tıs” yok...
Tam tersine “Muhteşem gün” diye, içinde “tasmaları” olan konuşmayı sayfa sayfa yayımladılar sıkılmadan...
*
Hadi Başbakan; kürtajı, Uludere’yi, tasmayı, sezaryeni karıştırıp aklını kaybetti... Kinle, nefretle, intikam duygusuyla vicdanını yitirdi...
Sen “tasmalı” medya?..
Hiç mi utanma duygun kalmadı?..
Biraz olsun yani...
Başbakan Erdoğan'ın AK Parti İstanbul İl Kongresi'nde yaptığı konuşmada medya mensupları için söylediği "tasma" sözcüğü tepki çekmeye devam ediyor.
Milliyet yazarı Can Dündar, köşesinde "tasma" sözcüğünü eleştirirken, rehinenin rehin alana, kurbanın avcıya, mahkûmun cellâdına âşık olma hali olarak tanımlanacak "Stockholm Sendromu" kavramından yararlandı.
AK TASMALI GAZETECİLER
"Dün bir kısım muhabir ve köşe yazarının, Ak Parti İstanbul Kongresi'nde konuşan Başbakan'la ilgili yazdıklarını okuyunca Stockholm Sendromu'na yakalandıklarını düşündüm.
Tek sesli-tek şefli gösteride Erdoğan her zamanki saldırgan üslubuyla köşe yazarlarını fırçalarken dedi ki:
"Daha düne kadar üniformalılar sizi arayıp yazdıklarınızdan dolayı azarlıyordu. Karşılarında hazırola geçip aldığınız emir doğrultusunda yazı yazıyordunuz. Sizi tasmalarınızdan biz kurtardık."
Bu ağır itham karşısında ne beklersiniz?
"Köpek" iması ile işaret edilenlerin, meslek onuru bir kenara, hiç değilse kişisel itibar uğruna Başbakan'ı dava etmesini, en azından iki satır yazıyla itiraz etmesini değil mi?
Ne gezer!
Belki muhtemel bir adli soruşturmadan kurtulmaya hayrı olacağını umarak, belki de "Madem kaçış yok" diye zevk almaya çalışarak, yeni model tasmalar için Başbakan'a doğru boyun uzattıklarını gördük.
Utandık.
DÜN TASMALANMADIK BUGÜN DE TASMALANMAYACAĞIZ
Biz, dün askerce tasmalananlardan değildik; bugün de Başbakan'ın tasmaladıklarından olmayacağız.
"Ak tasmalı gazeteciler" kadar, dışarıdan yularlı politikacılara, hocalara, paşalara da karşı duracağız.
Başbakan'ın, sadakat ayinlerinde alkışlandıkça coşan egosuna alkış tutmayacağız.
Uludere'yi unutturmak, "cambaza bak"tırmak için ortaya attığı kürtaj tartışmasına dalmayacağız.
AK Partili kadınlar, Başbakan'ın tarihin yayılmacı despotlarından kopya çektiği "Bolca doğurun" emrini ve "Bedeninize ne yapacağınıza ben karar veririm" tavrını yine Stockholm Sendromu gereği destekleyebilir.
Biz, hükümeti yatak odalarımıza sokmayacağız.
Fikrini beğenmediği genç kızı, "Çok mu kürtaj yaptırdın" diye sorgulayan Ankara Belediye Başkanı'nı sevenler olabilir. Biz bu çirkin maçoluğa karşı duracağız.
(...) Medyaya haki tasmalar yerine ak tasmalar dağıtmaz, tasmasız bir ülke dilerdiniz.
Tarihte pohpohlarla vicdanı köreltilmiş liderlerin sonunu bilir, alkışlar yerine vicdanınıza kulak verir, insaf ederdiniz.
Hürriyet yazarı Sedat Ergin son zamanlarda medyanın gündemindeki “köpek” ve “tasma” konularını bugün köşesine taşıdı. Cumhuriyet yazarı Bekir Coşkun’un köpek ile kurdun hikâyesini anlattığı Paşa başlıklı yazısına Genelkurmay ve Başbakan’ın sert tepki göstermesine dikkat çeken Ergin, Başbakan’ın 27 Mayıs tarihinde partisinin İstanbul İl Kongresi’nde medya için söylediği “tasma”lı sözlerini hatırlatarak şunları yazdı: ‘Sorun, Erdoğan’ın medyayı eleştirmesi değil, bunu yaparken kullandığı dil, başvurduğu üslupla ilgilidir.’
Sedat Ergin’in yazısı
Başbakan’dan esinlenerek yazdığım bir yazı
CUMHURİYET yazarı Bekir Coşkun’un geçen ay bir yazısında tasması da olan “Paşa” isimli bir köpek ile kurdun hikâyesini anlatmasına Genelkurmay Başkanlığı çok kızdı, 3 Mayıs’ta yaptığı bir açıklama ile bu askeri unvanın “alay konusu” yapılmasını “seviyesiz” bulduğunu duyurdu.Bu yazıya kızan yalnızca Genelkurmay değildi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da fena halde içerlemişti Coşkun’a.
KÖPEK İLE BENZETME HAKARETTİR TALİHSİZDİR
Başbakan, İtalya gezisinden dönüşünde 8 Mayıs’ta yaptığı açıklamada Coşkun için çok ağır sözler etti, bu arada Genelkurmay’ın açıklamasını ise “gayet kibar” bulduğunu söyledi.
Erdoğan, “Orada yapılan benzetme çok talihsiz bir benzetmedir. Ama bu zat, ne yazık ki bütün kaleminden hep pislik akan bir zat olduğu için bu şeyleri yapıyor” dedi.
Yazıda “köpek ile bir benzetmenin yapıldığını” belirten Erdoğan şöyle devam etti: “Bu tür bir hakarete o makamın ve o makamda bulunanların eyvallah etmemeleri gerekir. Bu tür şeyler cevapsız kalmamalı diyorum. Hakaret ve eleştiri aynı değil. Bunu daha iyi öğrenmeleri lazım.”
Başbakan, açıklamasında “Bence paşaların bu işin hukuki yönünde de haklarını aramaları lazım” diyerek Genelkurmay’a Coşkun’u mahkemeye vermeleri yönünde kuvvetli bir mesaj gönderdi. Genelkurmay’ın Coşkun hakkında suç duyurusunda bulunması üzerine Ankara Cumhuriyet Savcılığı soruşturma açtı. Coşkun, geçen hafta Adliye’ye giderek savunmasını yaptı, generalleri kastetmediğini, yazıyı özgürlüğün önemini vurgulamak için kaleme aldığını belirtti.
BAŞBAKAN ÇELİŞKİYE DÜŞÜYOR
Başbakan’ın 8 Mayıs tarihli açıklamasını analiz ettiğimizde, bir şahsa ya da kuruma “köpek benzetmesi” yapılmasını (Coşkun reddediyor) mahkemeye verilip cezalandırılması gereken bir “hakaret” ve “talihsizlik” olarak gördüğü sonucuna varabiliriz.
Şimdi bu sözlerini bir kenara yazıp Başbakan’ın bundan tam 19 gün sonra 27 Mayıs tarihinde partisinin Türk Telekom stadyumunda düzenlenen İstanbul İl Kongresi’nde medya için söylediği sözlere bakalım. Başbakan, sözü Uludere konusundaki eleştirilere getirerek şöyle konuşuyor:
“On yıllardır, demokrasiye müdahale edenlere, kendi alanı dışına çıkanlara çanak tutanlar, bugün kalkmış, bu ülkenin şerefli askerlerine dil uzatıyorlar. Ya siz kimsiniz? Siz, daha düne kadar, birileri karşısında hazır ola geçip, selam çakıp, aldığınız emir doğrultusunda köşe yazısı yazıyordunuz. Daha düne kadar, üniformalılar sizi arayıp, yazdıklarınızdan, söylediklerinizden dolayı sizi azarlıyordu. Bunları bu tasmalarından kurtaran biz olduk. Ama bunların boynundaki tasma dün ulusaldı, bugün terfi ettiler, uluslararası tasmaları boyunlarına taktılar.”
Başbakan’ın bu sözleri hiçbir şekilde kabul edilemez. Kendisi bu sözleri sarf ederken aklında Bekir Coşkun’un tasmalı köpekten söz ettiği yazısı var mıydı yok muydu, bilemeyiz. Ama gördüğümüz, Coşkun yazısında köpek benzetmesi yapınca bunu “talihsiz” bir “hakaret” olarak karşılayan Erdoğan’ın, konu medya olunca kendisinin aynı benzetmeye başvurmakta hiçbir beis görmediğidir.
Eğer Erdoğan’ın 8 Mayıs tarihli ilk açıklamasına itibar etmek durumundaysak, 27 Mayıs tarihli ikincisini “talihsiz” bulmamız gerekiyor. İkinci açıklamadaki çizgiyi benimsersek, bu durumda mantıken ilk açıklamasını geçersiz saymalıyız.
FATİH SULTAN MEHMET’İN HOŞGÖRÜSÜ VE ERDOĞAN
Ayrıca, Başbakan ikinci açıklamasında kendi içinde de çelişkiye düşüyor. Geçmişte asker kadroların gazetecileri azarlamasını olmaması gereken bir durum olarak değerlendiriyor. Ama bunu belirtirken, kendisi de medyaya karşı açıkça azarlayıcı bir üslup içinde konuşuyor.
Bir başbakan, medyayı, gazetecileri sevmek zorunda değildir. Ayrıca medya eleştirilmez de değildir. Bir başbakanın katılmadığı noktalarda medyayı eleştirmesi de doğaldır. Başbakan ile medya arasındaki ilişkinin gerilimli bir ilişki olması zaten demokraside işin doğasının gereğidir.
Sorun, Erdoğan’ın medyayı eleştirmesi değil, bunu yaparken kullandığı dil, başvurduğu üslupla ilgilidir. Başbakan hakaretamiz bir dille, azarlayıcı bir üslupla konuşuyor. Oysa ileri demokrasilerin yazılı olmayan temel kurallarından biri seçilmişlerin kendilerini nezaket ölçüleri ile bağlı saymalarıdır.
İleri demokrasi kültüründe hoşgörü gibi hasletler de çok önemli bir yer tutar. Hoşgörü, ayrıca tarihi mirasımızın da bir parçasıdır. Nitekim basına “tasma” benzetmesini yaptığı konuşmasında Başbakan, Fatih Sultan Mehmet’in bu yönünü övmüş, “Bu sultan hoşgörünün sultanıdır” demiş.
Başbakan’ın bizlere hoşgörü alanında rol modeli olarak gösterdiği Fatih Sultan Mehmet’in bu alanda kendisine de ilham vermesini temenni ediyoruz.
Sedat Ergin – Milliyet
Özkök: Evet ben bir köpeğim
Başbakan Erdoğan'ın 'tasmalı yazarlar' benzetmesinin
üzerinden 3 gün geçti... Medyanın ilginç benzetmeye ne tepki geleceği
beklenirken, 3 gün içinde konuya değinen yazarlar da oldu.
Hürriyet Gazetesi yazarı Ertuğrul Özkök bugünkü yazısında
"Evet ben bir tarassut köpeğiyim" dedi. Cumhuriyet yazarı Bekir
Coşkun meslektaşlarına veryansın ettiği yazısında "Kıyamam köpeğe, asil
hayvandır o" dedi. Can Dündar, "Yatak odalarımıza hükümeti sokmayız",
Umur Talu ise "Ayıp değil felakettir" yorumunu yaptı. İşte o
yazılar!!!
ERTUĞRUL ÖZKÖK: EVET BEN BİR KÖPEĞİM
Özkök'ün "Köpek olduğumu ispatlayabilirim" başlıklı o yazısından bir bölüm:
"Dün bir arkadaşım aradı.
Direkt söze girdi: "Başbakan gazetecilere resmen köpek dedi. Maşallah hiçbiriniz üzerinize alınmadınız. Hepiniz havalara bakıyorsunuz."
Bir süre sustu ve ısrar etti:
"Yahu hiç mi alınmadınız?"
Bu defa gerçekten havalara bakarak, "Yooo... Alınmadım" dedim.
Hayret ifadesiyle baktı:
"Size inanamıyorum. Nasıl olur; deriniz bu kadar mı kalın? Veya bu kadar mı korkaksınız" diye devam etti.
Baktım ki ille de kendine uygun bir cevap bekliyor...
Verdim:
"Alınmadım. Çünkü gazeteciler köpektir" dedim.
Yüzündeki hayret ifadesi kızgınlığa dönüştü:
"İnanamıyorum, böyle bir şeyi nasıl söyleyebilirsin" deyince, şu cevabı verdim:
"Söyleyen sadece ben değilim ki..."
Sonra masamdaki kitabı aldım, birinci sayfasını açtım ve önüne koydum:
"Allah Allah... Allah Allah" diye hayretle okumaya daldı.
Gelişmiş demokrasilerde gazetecilik mesleği ve bazı sivil toplum örgütleri için "watchdog" yani tehlikeyi haber veren "bekçi köpeği" ifadesi kullanılır.
Evet, gazeteciler, gelecek tehlikeyi haber verme duyusuna ve görevine sahiptir. Tehlikeyi görünce de bağırmaya başlarlar.
Boyunlarında tasma olması da fark etmez. Tasma bir zincirle bağlıysa, ileri atılıp onu koparmaya çalışırlar.
Koparamazlarsa bile en azından bağırmaya devam ederler.
* * *
Bana gelince: Evet ben bir tarassut köpeğiyim.
Gelen ağır tehlikeyi de görüyorum.
"Öyleyse niye bağırıp haber vermiyorsun kardeşim" diyeceksiniz.
Allah kahretsin... Farenjit... Farenjit... Bağırıyorum ama bir türlü sesim çıkmıyor..."
ERTUĞRUL ÖZKÖK: EVET BEN BİR KÖPEĞİM
Özkök'ün "Köpek olduğumu ispatlayabilirim" başlıklı o yazısından bir bölüm:
"Dün bir arkadaşım aradı.
Direkt söze girdi: "Başbakan gazetecilere resmen köpek dedi. Maşallah hiçbiriniz üzerinize alınmadınız. Hepiniz havalara bakıyorsunuz."
Bir süre sustu ve ısrar etti:
"Yahu hiç mi alınmadınız?"
Bu defa gerçekten havalara bakarak, "Yooo... Alınmadım" dedim.
Hayret ifadesiyle baktı:
"Size inanamıyorum. Nasıl olur; deriniz bu kadar mı kalın? Veya bu kadar mı korkaksınız" diye devam etti.
Baktım ki ille de kendine uygun bir cevap bekliyor...
Verdim:
"Alınmadım. Çünkü gazeteciler köpektir" dedim.
Yüzündeki hayret ifadesi kızgınlığa dönüştü:
"İnanamıyorum, böyle bir şeyi nasıl söyleyebilirsin" deyince, şu cevabı verdim:
"Söyleyen sadece ben değilim ki..."
Sonra masamdaki kitabı aldım, birinci sayfasını açtım ve önüne koydum:
"Allah Allah... Allah Allah" diye hayretle okumaya daldı.
Gelişmiş demokrasilerde gazetecilik mesleği ve bazı sivil toplum örgütleri için "watchdog" yani tehlikeyi haber veren "bekçi köpeği" ifadesi kullanılır.
Evet, gazeteciler, gelecek tehlikeyi haber verme duyusuna ve görevine sahiptir. Tehlikeyi görünce de bağırmaya başlarlar.
Boyunlarında tasma olması da fark etmez. Tasma bir zincirle bağlıysa, ileri atılıp onu koparmaya çalışırlar.
Koparamazlarsa bile en azından bağırmaya devam ederler.
* * *
Bana gelince: Evet ben bir tarassut köpeğiyim.
Gelen ağır tehlikeyi de görüyorum.
"Öyleyse niye bağırıp haber vermiyorsun kardeşim" diyeceksiniz.
Allah kahretsin... Farenjit... Farenjit... Bağırıyorum ama bir türlü sesim çıkmıyor..."
BEKİR COŞKUN: KIYAMAM KÖPEĞE MERT HAYVANDIR
Bekir Coşkun ise, Başbakan’ın o konuşmasını manşetlerine “Arena konuşması büyüledi” şeklinde taşıyan gazetecilere veryansın etti.
Tasma...
Gazetecilere “tasmalı” dedi...
Onlar da içinde “tasma” olan Arena konuşmasının “çok güzel ve muhteşem”olduğunu tepe manşetten duyurdular...
Hav hav hav...
*
Kıyamam köpeğe...
Asil hayvandır...
Merttir köpek; kuyruk salladığında samimidir, ısırmaz... İçinden ısırmak geldiğinde asla kuyruk sallamaz...
İkiyüzlü değildir...
Ama medyadaki “tasmalı” ile konuşuyorum, çevrede kimse duymuyorsa, iktidara demediğini bırakmıyor...
“Tehlike büyüdü” diyor...
“Türkiye gitti” diyor...
“Faşizm bu” diyor...
Manşetine bakıyorum:
“Arena büyüledi...”
“Yüreklerdeki gizli sevgi coştu...”
“Demokrasi çiçekleri açtı...”
*
İkiyüzlüsün birader...
*
Stadyumu Galatasaray da doldurdu...
250 otobüsle ilçelerden insan taşıyan koca iktidar partisi AKP’nin doldurması niye “Böyle kalabalık görülmedi” oluyor?..
Yani Arena Stadı’nı genişlettiler mi?..
Pekiii...
Aynı konuşmada sana ya da meslektaşlarına “Bunların tasması vardı, biz tasmalarından kurtardık” dedi...
Arena’da “yüreklerdeki gizli sevgiyi” gördün de... 600 hoparlörden bağırılan“tasma”yı niye duymadın gazeteci?..
*
Bizim tasma hikâyesine kızan, dava açılmasını isteyen... Yetmedi“Kaleminden pislik damlayan yazar” diyen Başbakan’ın, bu kez gazetecilere“tasma” takması onun ne halde olduğunu gösteriyor...
O ayrı...
Ama “yüksek tirajlı” gazetelerden, televizyonlardan hiç mi ses çıkmaz?..
Yazıyı iki gün beklettim ki, belki ses çıkar hani...
“Tıs” yok...
Tam tersine “Muhteşem gün” diye, içinde “tasmaları” olan konuşmayı sayfa sayfa yayımladılar sıkılmadan...
*
Hadi Başbakan; kürtajı, Uludere’yi, tasmayı, sezaryeni karıştırıp aklını kaybetti... Kinle, nefretle, intikam duygusuyla vicdanını yitirdi...
Sen “tasmalı” medya?..
Hiç mi utanma duygun kalmadı?..
Biraz olsun yani...
UMUR TALU: AYIP DEĞİL
FELAKETTİR
Gazetecilik “hakiki”; gazeteciler “sahici”; istisnalar bir yana, gelenek, töre, ahlak, edep, özgürlük, tutku, şahsiyet, haysiyet harbi olsaydı…
Tasmaya karşı…
Adam tasmacaya karşı…
Topluca bir cevap çıkardı!
Her köşede bir tepki patlardı.
***
Böyle bir söz çünkü ayıptır…
Ama bunu, il kongresini sonsuz coşku, sorgusuz sadakat, tek adama hayranlıkla ifade eden on binler önünde, adeta birilerini Arena’ya yem gibi atarcasına…
Devleti, hükümeti elinde tutan…
Yüzde 50 destekle yüzde 100 güç kazanan bir başbakan dediğinde…
Ayıp değildir…
Felakettir!
***
Lakin olmuyor; çünkü böyle bir laf olacak şey değil ama gölgesindekileri hiç anmasa da, bir açıdan haklı:
Tasma, kütür kütür bir medya kültürü de oldu!
Sefil bir bayrak olarak, elden ele, karşıttan karşıta devrediliyor.
Kiminin dünkü sureti bugün, dünün (sözde) muhaliflerinin yüzüne yapışmış ki; ötekiler de bugün sözde muhalif nöbeti tutsun diye!
Daha iğrençleri var:
Dünkü efendilerinin, paşalarının taktığı tasmaları sıyırıp sıyırıp…
Zaten boyunlarında hazır iz var ya…
28 Şubat gibi günahların korkusuyla…
Yeni ağaların, sivil paşaların maşası olmak için zıp zıp zıplıyorlar!
Şimdi tasmalarını biz çıkarttık diyenle, seçimi kazandıktan sonra, kibirli olmayacağız diye seslenen de, bu iki yüzle bir yüzleşmeli!
Gazetecilik “hakiki”; gazeteciler “sahici”; istisnalar bir yana, gelenek, töre, ahlak, edep, özgürlük, tutku, şahsiyet, haysiyet harbi olsaydı…
Tasmaya karşı…
Adam tasmacaya karşı…
Topluca bir cevap çıkardı!
Her köşede bir tepki patlardı.
***
Böyle bir söz çünkü ayıptır…
Ama bunu, il kongresini sonsuz coşku, sorgusuz sadakat, tek adama hayranlıkla ifade eden on binler önünde, adeta birilerini Arena’ya yem gibi atarcasına…
Devleti, hükümeti elinde tutan…
Yüzde 50 destekle yüzde 100 güç kazanan bir başbakan dediğinde…
Ayıp değildir…
Felakettir!
***
Lakin olmuyor; çünkü böyle bir laf olacak şey değil ama gölgesindekileri hiç anmasa da, bir açıdan haklı:
Tasma, kütür kütür bir medya kültürü de oldu!
Sefil bir bayrak olarak, elden ele, karşıttan karşıta devrediliyor.
Kiminin dünkü sureti bugün, dünün (sözde) muhaliflerinin yüzüne yapışmış ki; ötekiler de bugün sözde muhalif nöbeti tutsun diye!
Daha iğrençleri var:
Dünkü efendilerinin, paşalarının taktığı tasmaları sıyırıp sıyırıp…
Zaten boyunlarında hazır iz var ya…
28 Şubat gibi günahların korkusuyla…
Yeni ağaların, sivil paşaların maşası olmak için zıp zıp zıplıyorlar!
Şimdi tasmalarını biz çıkarttık diyenle, seçimi kazandıktan sonra, kibirli olmayacağız diye seslenen de, bu iki yüzle bir yüzleşmeli!
BAŞBAKAN 'AKBABA', 'TASMALI' DEDİ; PEKİ KİMLERİ KASTETTİ
KESKİN KALEM
http://www.medyaradar.com/haber/medyagunlugu-81094/basbakan-akbaba--tasmali-dedi-peki-kimleri-kastetti.html
Başbakan Erdoğan'ın gazetecileri hem akbabaya hem de
köpeğe benzettiği konuşmasını KESKİN KALEM yorumladı...
Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan, AKP iktidarını eleştiren bazı
gazetecileri hem akbabaya
hem de köpeğe
benzetti!
Partisinin dün Türk Telekom Arena’da yapılan il kongresinde konuşan Başbakan Erdoğan, medyayı sert bir dille eleştirdi.
52 bin kişinin önünde konuşan Başbakan, isim vermeden bazı köşe yazarlarını hedefine oturtarak, “Medyada da akbabalar var. Daha düne kadar üniformalılar yazdıklarınızdan dolayı azarlıyorlardı. Onların karşısında selam durup ‘şak’ yapıyordunuz… Sizi o tasmalarınızdan kurtardık. Şimdi ise boyunlarında uluslararası tasmaları taktılar” dedi.
Bu cümlenin Türkçe kurallarına aykırılığına, öznesinin karışık olduğuna bakmayın… Başbakan birilerine açıkça hem “akbaba” hem de “köpek” diyor!
Peki, kimi kastediyor?
Bu sorunun yanıtını bulmak için, yukarıdaki bozuk cümle, üç önemli ipucu veriyor:
Birincisi; “medyadaki tasmalı akbabalar” dediği kesim; kesinlikle iktidarla zaman zaman da olsa ters düşen…
İkincisi; zamanında askerlerle iyi ilişkiler kuran…
Ve üçüncüsü; bugün yurtdışındaki bazı lobilerden ya da devletlerden destek alan kesimden oluşuyor.
Doğal olarak kimse üzerine alınmayacak ama bu tanıma uyan kaç gazeteci olduğunu, aşağı yukarı hepiniz biliyorsunuz.
Tüm muhalif gazetecileri bu kalıplara oturtmak mümkün değil… Çünkü bugün iktidarı eleştiren birçok kalem, geçmişte askere de sert yanıt vermesini bildi. Ayrıca bugünkü muhalif kesimden birçoğunun yurtdışındaki vakıflarla ya da Avrupa Birliği’yle, ABD’yle, Rusya’yla herhangi bir ilişkisi bulunmuyor.
Türk basınında bu tanıma uyan; yani yabancı vakıflar adına araştırma yazıp, raporlar hazırlayan, büyük devletlerle iyi ilişkiler içinde olan yazar sayısı oldukça fazla…
Ama onların çoğu, bugün “muhalif” değil…
Yani geriye kala kala bir elin beş parmağını geçmeyecek kadar bir “yazar” kalıyor.
***
Sonuçta kastettiği kesim kimlerden oluşursa olsun; bir Başbakan’ın, kendini eleştiren gazetecilere “akbaba” ve “köpek” demesi, dünyanın bütün gelişmiş ülkelerinde “basın özgürlüğüne ağır müdahale” sayılır ve büyük tepki toplar.
Bakıyoruz; bu sözlerin bizde yarattığı tepki, neredeyse “sıfır…”
Hadi gazeteciler, bu ağır sözleri üzerlerine alınmış durumuna düşmemek için tepki göstermekten çekiniyor. Peki; başta Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Basın Konseyi gibi meslek kuruluşları neden “dut yemiş bülbül”ü oynuyor?
Neden kendi tabanlarını harekete geçirip, bu son derece çirkin sözlere ve basın özgürlüğüne müdahaleye sert bir tepki vermiyor?
Bu soruların yanıtını ben vereyim:
Yıllardır öylesine yoğun bir baskı döneminden geçiyoruz ki; onlar da tepki vermekten yoruldu.
Ve hatta yazması bile üzücü ama her türlü hakarete, baskıya, kötü söze alıştılar.
***
“Akbaba”yı bir tek bizim Başbakan kullanıyor ama “tasma”, “köpek” gibi benzetmeler bütün dünya basınında iktidarlara boyun eğen, onların güdümlerinde sözüm ona gazetecilik yapanlar için kullanılır.
Yani eğer bir “tasma” söz konusuysa; bunun bir ucunda tasmayı tutan Başbakan, diğer ucunda ise ona yakın meslek mensupları olur.
Ama hiçbir Başbakan, kendi tasmalılarının yüzüne bunu vurmaz… Bu konuyu “yok” sayar.
Bizimki ise tasmayı; öyle ya da böyle kendisine boyun eğmeyen gazetecilere yakıştırıyor.
***
Kısacası… Bu sözler o denli ağır ki; bugün baskıdan ya da alışkanlıktan hak ettiği tepkiyi görmese bile… Eminim Türk Basın Tarihi’nin utanç sayfalarındaki yerini bulacaktır!
Partisinin dün Türk Telekom Arena’da yapılan il kongresinde konuşan Başbakan Erdoğan, medyayı sert bir dille eleştirdi.
52 bin kişinin önünde konuşan Başbakan, isim vermeden bazı köşe yazarlarını hedefine oturtarak, “Medyada da akbabalar var. Daha düne kadar üniformalılar yazdıklarınızdan dolayı azarlıyorlardı. Onların karşısında selam durup ‘şak’ yapıyordunuz… Sizi o tasmalarınızdan kurtardık. Şimdi ise boyunlarında uluslararası tasmaları taktılar” dedi.
Bu cümlenin Türkçe kurallarına aykırılığına, öznesinin karışık olduğuna bakmayın… Başbakan birilerine açıkça hem “akbaba” hem de “köpek” diyor!
Peki, kimi kastediyor?
Bu sorunun yanıtını bulmak için, yukarıdaki bozuk cümle, üç önemli ipucu veriyor:
Birincisi; “medyadaki tasmalı akbabalar” dediği kesim; kesinlikle iktidarla zaman zaman da olsa ters düşen…
İkincisi; zamanında askerlerle iyi ilişkiler kuran…
Ve üçüncüsü; bugün yurtdışındaki bazı lobilerden ya da devletlerden destek alan kesimden oluşuyor.
Doğal olarak kimse üzerine alınmayacak ama bu tanıma uyan kaç gazeteci olduğunu, aşağı yukarı hepiniz biliyorsunuz.
Tüm muhalif gazetecileri bu kalıplara oturtmak mümkün değil… Çünkü bugün iktidarı eleştiren birçok kalem, geçmişte askere de sert yanıt vermesini bildi. Ayrıca bugünkü muhalif kesimden birçoğunun yurtdışındaki vakıflarla ya da Avrupa Birliği’yle, ABD’yle, Rusya’yla herhangi bir ilişkisi bulunmuyor.
Türk basınında bu tanıma uyan; yani yabancı vakıflar adına araştırma yazıp, raporlar hazırlayan, büyük devletlerle iyi ilişkiler içinde olan yazar sayısı oldukça fazla…
Ama onların çoğu, bugün “muhalif” değil…
Yani geriye kala kala bir elin beş parmağını geçmeyecek kadar bir “yazar” kalıyor.
***
Sonuçta kastettiği kesim kimlerden oluşursa olsun; bir Başbakan’ın, kendini eleştiren gazetecilere “akbaba” ve “köpek” demesi, dünyanın bütün gelişmiş ülkelerinde “basın özgürlüğüne ağır müdahale” sayılır ve büyük tepki toplar.
Bakıyoruz; bu sözlerin bizde yarattığı tepki, neredeyse “sıfır…”
Hadi gazeteciler, bu ağır sözleri üzerlerine alınmış durumuna düşmemek için tepki göstermekten çekiniyor. Peki; başta Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Basın Konseyi gibi meslek kuruluşları neden “dut yemiş bülbül”ü oynuyor?
Neden kendi tabanlarını harekete geçirip, bu son derece çirkin sözlere ve basın özgürlüğüne müdahaleye sert bir tepki vermiyor?
Bu soruların yanıtını ben vereyim:
Yıllardır öylesine yoğun bir baskı döneminden geçiyoruz ki; onlar da tepki vermekten yoruldu.
Ve hatta yazması bile üzücü ama her türlü hakarete, baskıya, kötü söze alıştılar.
***
“Akbaba”yı bir tek bizim Başbakan kullanıyor ama “tasma”, “köpek” gibi benzetmeler bütün dünya basınında iktidarlara boyun eğen, onların güdümlerinde sözüm ona gazetecilik yapanlar için kullanılır.
Yani eğer bir “tasma” söz konusuysa; bunun bir ucunda tasmayı tutan Başbakan, diğer ucunda ise ona yakın meslek mensupları olur.
Ama hiçbir Başbakan, kendi tasmalılarının yüzüne bunu vurmaz… Bu konuyu “yok” sayar.
Bizimki ise tasmayı; öyle ya da böyle kendisine boyun eğmeyen gazetecilere yakıştırıyor.
***
Kısacası… Bu sözler o denli ağır ki; bugün baskıdan ya da alışkanlıktan hak ettiği tepkiyi görmese bile… Eminim Türk Basın Tarihi’nin utanç sayfalarındaki yerini bulacaktır!