6 Nisan 2012 Cuma

Hürmüz Boğazı’nda Düğümlenen İran

Basra Körfezinden günde 17 milyon varil petrol taşınmaktadır. Süveyş Kanalından taşınan miktar ise 2.1 milyon varil. Bu durumda Hürmüz Boğazı İran kapatırsa Çin petrol alımını Süveyş üzerinden sağlayamaz. Bu durumda en büyük sıkıntıyı Çin çeker. İranın petrol ihracatının yüzde 85ini Asya Pasifik ülkelerinin oluşturduğunu da göz önüne alırsak, bu durumda Hürmüz Boğazında düğümlenen sorunun Çin-ABD rekabetinin kilit noktası olduğunu söyleyebiliriz.
Bütçe gelirlerinin yüzde 60ını petrol gelirlerinin oluşturduğu İran, Hürmüz Boğazını kolay kolay kapatamaz. İddia o ki İran, nükleer gücünü de petrol gelirleri ile finanse ediyor. Bu durumda İranın petrol satması gerekiyor. Bunu bilen ABD-AB ülkeleri İrana petrol alımı konusunda yaptırım uyguluyorlar. Türkiye de bu ülkeler arasına girmiş durumda.
Neredeyse dünya savaşına sebep olacak İranın ekonomisine bir bakalım:
İran büyük bir ülkedir
1.6 milyon m2 yüzölçümü ve 80 milyona yaklaşan nüfusu ile dünyanın 18. büyük ülkesi olan İranın komuşuları ile sınırları şöyle: Afganistana 936 km, Azerbaycana 432, Nahçıvana 179 km, Iraka 1458 km, Ermenistana 35 km, Türkmenistana 992 km, Türkiyeye 499 kmdir. Sahil şeridi 2.440 km. Tarıma uygun toprakları yüzde 10, daimi ekili toprakları yüzde 1.3, diğer alanlar yüzde 88.7 oranındadır. Sulanan arazisi 89.830 km2dir. Şii nüfus yüzde 89, Sünni nüfus yüzde 9, diğer yüzde 2dir. Doğum oranının binde 19, ölüm oranının binde 6 olduğunu görüyoruz. Bin kişiye bir doktor ve 1.5 yatak düşmektedir.
İran ekonomisi ciddiye alınması gereken durumdadır
2011 itibarıyla GSYİHsi 929 milyar dolar, kişi başına milli geliri 12.200 dolar olan İran, dünyanın 18. büyük ekonomisidir. Yüzde 2.5 büyüme ile dünyada 141. sırada yer alan İranda ekonominin yüzde 11.2sini tarım, yüzde 40.6sını sanayi, yüzde 48.2sini hizmetler sektörü meydana getirmektedir. İşgücü sayısı 26 milyondur. Yatırımların GSYİHye oranı yüzde 28 civarındadır. Bütçe gelirleri 130 milyar dolar, bütçe giderleri 90 milyar dolardır.
İhracatı 132 milyar dolar, ithalatı ise 76 milyar dolar ve dış borcu 18 milyar dolar olan İranda, doğrudan yabancı yatırımların toplamı 18 milyar dolar seviyesindedir.
Enerji bakımından dünyanın en önemli dört ülkesinden biridir
Günde 4.2 milyon varil petrol üretimi ile dünyada dördüncü ve 2.5 milyon varil petrol ihracatı ile dünyada üçüncü ülkedir. 137 milyar varil petrol rezervi olduğu iddia edilmektedir. Ne büyük bir güç! Doğalgaz üretiminde dünyanın beşinci sırasında yer almaktadır.
Askeri gücü önemlidir
Asker sayısı 1.5 milyonu bulan İranın askeri harcamalarının milli gelire oranı yüzde 2.5 olup dünyada 62. sırada yer almaktadır.
Hürmüz Boğazında 40 bine yakın askere sahip donanması, boğaza yakın adalarda ve kıyılarda askeri üsleri ve iki binin üzerinde mayın döşeme kapasitesi olan Rusya menşeli 23 adet denizaltısı ve 4 adet amfibi savaş gemisi ile birkaç ay geçişi aksatacak askeri gücü olduğu bilinmektedir.
Şimdi böyle bir ülkenin, dünyayı yöneten ABDnin ve petrole muhtaç ülkelerin hedefindeki ülke olmaması düşünülebilir mi?
Diğer yandan Suriyeye yönelik strateji de aslında İranın yarattığı sorunlar nedeniyle İranı vurmak, petrol ulaşım yolu seçenekleri yaratmak, bu ülkeyi kıskaca almak amacıyla geliştirilmektedir.
Şöyle bir analiz yaparsak;
- Çin petrol ihtiyacının 1/5ini İrandan sağlıyor.
- Çine ulaşan petrol Hürmüzden geçiyor.
- Hürmüz petrol bakımından çok önemli.
- İran petrol üretiminde dünya devi.
- Emperyal ülkeler petrole bağımlı ve kimseye bu enerjiyi bırakmak istemiyor.
Bu durumda yeni bir enerji savaşı çıkmaması mucize. Dünya savaşı çıkarmadan emperyal ülkeler enerji alanlarının kontrolünü sağlamaya yönelik stratejiler geliştirerek, bölgesel savaşlar ve iç karışıklıklar çıkararak dünyanın geleceğini tehlikeye atıyorlar.
Türkiye de bu büyük oyunun içinde; zenginliklerinden bize zırnık koklatmayacakları kesin olan sömürgeci ülkelerin yağdanlığını yapıyor. Ülkeyi yönetenler tüm emirleri vakit geçirmeden uyguluyor. Petrol savaşı yapılan ülkelerin içinde kışkırtıcı tarafta oluyor ve bunu da insan haklarına dayandırıyor! Ülkesinde ise insan haklarını ve insanımızın geleceğini de karartmak için elinden geleni yapıyor.
Ey Yüce Tanrım! Neden bu ülkelerin zalimliğini sona erdirmiyorsun? Dünyanın her alanından petrol fışkırtsan da insanlık âlemi bu kara beladan kurtulsa; dünya birkaç yüzyıl cennete dönse
MUSTAFA PAMUKOĞLU
3 Nisan 2012 - Cumhuriyet

Suriye’nin ‘Kuruluş’ Sorunu!

Suriye yönetimi kaderini, uluslararası dalgalanmaya ve her ne pahasına olursa olsun ülke içinde sıkı tutunmaya bağlamış durumda.BM ve Arap Birliğinin özel temsilcisi Kofi Annan şu aşamada önemli bir köprü işlevi görüyor.

Suriyeye yönelik hedefleri daha net görmek için bu ülkenin bağımsız devlet olma sürecini ve sonrasını sütuna yatırmakta fayda var.

Osmanlının dağılmasından sonra Suriye Fransız mandasında kaldı. İkinci Dünya Savaşının ardından 1947de Suriye Arap Cumhuriyeti adıyla yeni bir bağımsız devlet dünya sahnesine çıktı.

Bağımsızlık sonrası Suriye yönetimini hep darbeler belirledi. Hüsnü el Zaim, Edip Çiçekli, Şükrü el Kuvvetli, derken 16 Kasım 1970te Hafız el Esad tek adam olarak damgasını vurdu.

Arapça dirilişanlamına gelen Baas Partisi de sadece Suriyenin değil tüm Arap dünyasının kaderini değiştirmek hedefiyle varlığını yükseltti. Zira Suriye kendisini Arap dünyası içinde birleştirici bir konumda görüyordu.

Bu birleştiriciliğinsomut denemeleri de yapıldı. 1958’de Nâsırın Mısırı ile Suriye ortak devlet oldu ve Birleşik Arap Cumhuriyeti adını aldı. Bu deneme üç yıl sürdü. 1970te Mısır ve Suriye yanına Libyayı da aldı, Arap Cumhuriyetleri Birliği kuruldu. 1974te Mısırın İsraille yaptığı Camp David Anlaşması bu denemeyi de bozdu.

Esad yönetimi daha sonra Bağdata yöneldi, Saddamla ortaklık anlaşması yaptı. Orada da Baas Partisi iktidardı. Ortaklığın sloganı şu oldu:

Tek parti, tek ordu!

İran-Irak savaşı bu denemeyi de boşa çıkardı.

****

Tarihin cilvesine bakın ki, Suriyenin birleşme denemeleri yaptığı Mısır, Libya, Irak yönetimleri devrildi, geriye sadece Esad rejimi kaldı.

Bugünkü duruma bu pencereden bakınca şu yorumu da yapabiliriz:

1991’de sona eren soğuk savaştan arta kalan Ortadoğu rejimlerinden sonuncusu da sallanıyor.

Çöl tilkisilakaplı baba Hafız Esad 1980de Moskova ile 20 yıllık uzun erimli bir anlaşma yapmışken 1991de ABDnin 1. Körfez Savaşında ustaca bir manevra ile saf değiştirmişti. Ağustos 1991de Suudi Arabistanda konuşlanan uluslararası gücün ilk askerleri Suriyelilerdi.

1990’da ABD’nin “terörist devletler” listesinde yer alan Suriye, 1991’de Körfez İşbirliği Konseyi’nin zirve toplantısına ev sahipliği yaptı. 1995’te de dönemin ABD Başkanı Bill Clinton Şam’ı ziyaret etti.
****


O günden bugüne geldik.

Esad ailesi ayrı bir yazı konusu.

Yukarıda özetlediğimiz tarihçeyi şu perspektifle aktardık:

Bağımsız devlet ilanından sonra sağlam bir kuruluştemeli atamazsanız yolun devamında hep tökezliyorsunuz.

Suriyenin geldiği noktanın özeti bu.

Türkiyemiz için de sıklıkla vurgulamak durumunda kaldığımız, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde verdiğimiz Kurtuluş Savaşı kadar, kuruluş savaşı da çok önemlidir. Hatta kuruluş savaşı, kurtuluş savaşından daha önemlidircümlesinin anlamı da bu.

Atatürkü, dünyanın öteki coğrafyalarındaki salt savaş kazanan askerlerden, devlet adamlarından ayıran da bu.

Kuruluş temelleri öylesine sağlam ki yık yık bitmiyor.

Hatta yıkmaya girişeni yıkıp bitiriyor!

2 Nisan 2012 - Cumhuriyet