22 Mayıs 2008 Perşembe

ÇEŞME -SAKIZ ADASI SEFERLERİ 26 MAYIS ' TA BAŞLIYOR

Türkiye'den Yunanistan'a yeni ticaret yolu açılıyor. Çeşme Limanından Sakız Adasına 26 Mayısta başlayacak feribot seferleriyle TIR gibi büyük ticari araçlar Yunanistan ve adalarına ulaşacak. "Chios" adlı gemi ile yapılacak seferlerin tanıtımı, önceki akşam Çeşme'de gerçekleştirildi. Seferleri gerçekleştirecek olan firmanın adı Ege Birlik Taşımacılık Limited Şirketi. Şirket yetkilisi Metin Akdurak, İzmir'den Atina'ya bir seferin gidiş geliş yaklaşık 2 bin 6oo km olduğunu , Chios gemisinin bu mesafeyi büyük oranda azaltacağını belirtti. Geminin 190 yolcunun yanı sıra, 6 TIR'la 10-20 küçük araç yada TIR olmaksızın 4o-50 küçük araç kapasiteli olduğu belirtildi. Chios, ilk seferine 26 Mayıs akşamı saat 18.00'da çıkacak.

20 Mayıs 2008 Salı

Oktay Akbal


EVET HAYIR

OKTAY AKBAL

İlhan Selçuk : "Olmak yada Olmamak


"Sosyal devlet... Anayasa mahkemesi... Yüksek Hâkimler kurulu... İdarenin bütün karar ve işlemlerine yargı yolunun açık olduğu ilkesi... Üniversitelerin özerkliği... Radyo ve televizyonların tarafsızlığı... Sendikal haklar... Grev hakkı... Toplusözleşme düzeni... Yargı bağımsızlığı... Toplantı ve gösteri yürüyüş hakkı... Tabii yargıç ilkesi.. Sosyal güvenlik hakkı... Ücrette eşitlik ilkesi..."

27 Mayıs 1961 Anayasası'nın , Türk ulusuna sunduğu temel ilkeler... Bir bir ele alın; hangisi kaldı, hangisi uygulanıyor yada uygulanmak isteniyor.. hiç biri !..


Sevgili İlhan Selçuk'un yeni baskısı yapılan "İskele - Sancak" adlı kitabından aldım yukarıda sıraladıklarımı...
"Türkiye'de bugünkü rejim 1961 Anayasası'nın gerisindedir. 27 Mayıs'tan bu yana kaç yıl geçti?. Batı'da "temsili demokrasi" aşıldı, "katılımcı demokrasi'ye geçildi, biz uygarlığın ardında nal topluyoruz?"

İlhan Selçuk sanki bu yazıyı yıllar önce değil de, bugünlerde yazmış ! Görüyorsunuz boşuna zaman öldürüyoruz. Gelip geçen liderler demokrasi lafı edip Atatürk 'ün önerdiği halktan, uygarlıktan, hukuktan yana gerçek bir demokrasiyi bir yana itiyorlar. Hepsinin amacı, önce kendileri, yakınları, kişisel egemenliklerini bir süre daha sürdürebilmek hesapları...


"Düşünüyorum öyleyse vurun" demişti bir kitabında... Etiyle kemiğiyle yaşadığı bir süreçti. Köşklerde, hapislerde, tutuklanmalarda, kırk yaşından seksen yaşına kadar halkın mutluluğu, biliçlenmesi, gerçekleri görmesi, kısacası akıllanması adına verdiği savaşım...
İlhan Selçuk sekseninden sonra da yüklendiği görevi sürdürüyor, en genç yaşından bu yana büyük bir aydınlığı varlığıyla, yazılarıyla yaşıyor, çevresine de, yaşatıyor !


"Türkiye'de sol, demokrasiyi kurtarmak ve faşizmi engellemek için birleşmek zorundadır. Laiklik düşmanlarına karşı durabilmek için birleşmek zorundadır. Şeriat tehlikesine karşı birleşmek zorundadır. Emeğin hakkını koruyabilmek için birleşmek zorundadır".
İlhan Selçuk, çözülmesi gereken sorunu iki sözcükle özetlemiş:
"Olmak ya da olmamak !.."

12 Mayıs 2008 Pazartesi

Umut ÜLGER


Nüfusu 70 milyon olan Türkiye'de 11 milyon kişi aç yaşıyor

53 milyon yoksul


Ankara Ticaret odası'nın (ATO) açlık ve yoksulluk araştırması Türkiye'de 4 kişiden 3'ünün yoksul olduğunu ortaya çıkardı. Araştırmaya göre Türkiye'de her 7 kişiden 1'ide açlık sınırının altında yaşam mücadelesi veriyor. İstatistiki hesaplama yöntemi değişikliği bile yaşanan "acı gerçeği" gizlemeye yetmedi. Kişi başına gelir 9 bin doları geçti ama bu rötuşlu gelir, Türkiye'deki yaklaşık 3 milyon ailenin açlığına, 13 milyon ailenin de yoksulluğuna çare olamadı.
ATO Başkanı Sinan Aygün, hükümeti hedef alarak, kömür dağıtılmasıyla, milyonlarca aileye gıda yardımı yapılmasıyla övünülen bir ülkede resmi istatistiklerin hiçbir inandırıcılığının bulunmadığını belirtti. Aygün, "Hesaplama sistemlerinde değişiklik yaparak kişi başına geliri 9 bin doların üzerine çıkarmak, ülkedeki aç ve yoksul insan sayısının azalmasında etkili olmuyor. Türkiyede'ki 52 milyon 300 bin insan açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşıyor" dedi.


Dört kişiden üçü yoksul


Ankara Ticaret odası'nın (ATO) yaptığı açlık ve yoksulluk araştırmasında Türkiye nüfusunun %74.1'i yoksulluk sınırının, 15.4'ü ise açlık sınırının altında yaşadığı ortaya çıktı. ATO araştırmasına göre, Türkiye'de 52 milyon 278 bin 252 kişi yoksulluk sınırının altında, 10 milyon 871 bin 672 kişi ise açlık sınırının altında yaşıyor.Türk- İş'in 2007 yılı için aylık olarak hesapladığı açlık ve yoksulluk sınırının ortalaması dikkate alınarak yapılan hesaplamaya göre, açlık sınırının yıllık ortalaması 664.6 YTL, yoksulluk sınırı 2 bin 91.5 YTL olarak gerçekleşirken araştırmada, 2007 yılında Türkiye'deki ortalama hane geliri ise aylık 1.602 YTL olarak tahmin edildi. Araştırmada elde edilen bazı sonuçlar şöyle:
Gelirden en az pay alan birinci %5'lik dilimdeki ailelerin aylık ortalama geliri 251 YTL'de, ikinci %5'lik dilimdeki ailelerin geliri 450 YTL'de ve üçüncü dilimdekilerin ortalama geliri ise 571 YTL'de kaldı.Söz konusu ilk üç dilimim ortalama aylık geliri 664.6 YTL olan açlık sınırını geçemedi.
Toplam 2 milyon 595 bin aile 2007'de açlık sınırının altında bir gelirle yaşamını sürdürmek zorunda kaldı. Bu ailelerdeki nüfussa 10 milyon 872 bin kişi olarak tahmin edildi. Buna göre, Türkiyede'ki ailelerin %15'inin, nüfusun da %15.4'ünün açlık sınırının altında gelire sahip olduğu görüldü.
Gelir dağılımında 1-15'inci yüzde 5'lik dilimlerde yer alan 12 milyon 973 bin aile, ayda 2 bin 91.5 YTL olarak belirlenen 2007 yılı ortalama yoksulluk sınırının altında gelir elde etti. Yoksulluk sınırının altında gelir elde eden ailelerde ise nüfusun %74.1'ini meydana getiren 52 milyon 278 bin kişinin yaşadığı tahmin edildi.
Türkiye'deki ailelerin sadece %20'sinin aylık ortalama hane geliri 2 bin 91.5 YTL olan yoksulluk sınırının üzerine çıktı.


Yoksul annelere maaş önerisi


İktisatçı Mustafa Sönmez'in danışmanlığında Türkiye Genç İşadamları Konfederasyonu (TÜGİK) in hazırladığı "Doğu ve Güneydoğu Raporu" nda, bölgede bulunan 1 milyon yoksul ailedeki annelere merkezi bütçeden askeri ücretin yarısı kadar mutak maaşı bağlanması önerisi yapıldı. Raporda "Kaynak girişi , bölgede talebi arttırarak diğer ekonomik sektörlere de canlılık kazandıracaktır. Kaynak transferi yoksullukla mücadelede sonuç vermiştir" denildi.

11 Mayıs 2008 Pazar

6 Mayıs 1972 günü saat 00.30'da sivil emniyet görevlilerince evimden alınarak Ankara Ulucanlar Merkez Cezaevine götürüldüm



Deniz'leri savunmaktan yargılandım



Deniz Gezmiş'in avukatı


Halit ÇELENK Deniz'leri Anlatıyor











Deniz beni ve Mükerrem'i görünce bizleri görmekten memnun olduğunu belli edercesine gülümsedi ve bize "Hoş Geldiniz" dedi. Masanın üzerinde bir Samsun paketi vardı. Deniz bir görevlinin ağzına verdiği uçlu bir sigarayı içiyordu. Baktığımızı görünce "iki gün öncesine dek birinci içiyorduk. İki günden beri sonucu bildiğimizden , hiç olmazsa iki gün uçlu sigara içelim dedik" dedi ve ekledi: "Geldiğinize sevindim. Ölüme nasıl gittiğimizi gözlerinizle görüp yarın ki kuşaklara doğru anlatmanızı istedik. Daha önce de söylemiştim. Bizleri Cebeci mezarlığında Taylan'ın yanına gömün.




Son Arzuları Birbirlerine Sarılmaktı...



İnfaz savcısı "Deniz, kendini nasıl hissediyorsun" diye sordu. Deniz başını ona doğru kaldırdı ve gülerek , "Çok mutluyum ve rahatım" dedi. Savcı yine "Avukatlarına bir şey söyleyecek misin" diye sordu. Deniz , "Söyleyeceklerimi söyledim" diye yanıtladı. İnfaz savcısı ile birlikte Deniz'in yanından ayrılıp bitişik odaya Yusuf'un yanına gittik. Bu odada da birkaç albay ve gardiyanlar vardı ve Yusuf'da Deniz gibi arkadan kelepçeli , ayaklarında prangalar , bir sandalyede oturmaktaydı. İki yanında ikişer gardiyan , omuzlarından tutuyorlardı. Yusuf da bize hoş geldiniz dedi ve o her zaman ki rahat ve sakin haliyle "Bu saatte bizim için sizler de yoruldunuz , bizim için çok çalıştınız , hepsi için çok teşekkür ederiz" diye ekledi. Sonra eşi Hacettepe Hastanesinde doktor olan avukat Mükerrem Erdoğan'a kardeşinin tedavisi için yardımcı olmasını rica etti. Tekrar ikimize dönerek babasının sağlık durumunu ve infazlardan haberi olup olmadığını sordu.Çok sakin ve her zaman yaptığı gibi gülümseyerek konuşuyordu bizimle.
Bir arzusu olup olmadığını sorduğumuzda ise Deniz'i görmek istediğini söyledi. İnfaz savcısı Sami Uğur bu talebi reddetti. Buna karşın biz kendisine idam hükümlülerinin son arzularını yerine getirmenin bir gelenek olduğunu ve bunda da hiçbir sakınca olmadığını , üç hükümlünün birbirleriyle görüştürülmeleri gerektiğini söyledik. Ve sonra Hüseyin'le görüşmeye gittik. Bu esnada koridorda bir albay yanımıza geldi ve "imamı ve dini merasimi reddettiler , Müslüman değillermiş" dedi. Albayı "Bu onların bileceği iş" diye yanıtladım. Hüseyin'in de arkadaşları gibi elleri arkadan kelepçeliydi ve ayağında prangalar , iki gardiyan sağ ve sol omuzlarından tutmaktaydılar. Kapıda iki albay duruyordu. Hüseyin de arkadaşları gibi bizi görünce gülümseyerek "Hoş Geldiniz"dedi. Daha sonra "Çok teşekkür ederim" diye ekledi ve babasının Ankara'da olup olmadığını ve infaz hakkında bilgisinin olup olmadığını sordu. "İnanıyoruz ki bu mücadele bizimle bitmeyecektir" dedi. İnfaz savcısı ona da "Avukatlarına söyleyeceğin bir şey var mı" diye sordu. O ise "Son sözümü sehpada söyleyeceğim" diye yanıtladı savcıyı. Odadan çıktık ve koridorda ağlamaklı duran imamla karşılaştıktan sonra tekrar Deniz'in bulunduğu odaya girdik. Deniz babasına son mektubunu yazdırmaktaydı. Daha sonra infaz savcılığı üç gencin birbirleri ile son kez görüşmesine izin verdi ve Yusuf ve Hüseyin teker teker Deniz'in bulunduğu odaya götürüldüler ve son kez kucaklaştılar.
Bu görüşmelerden sonra Deniz'i ayağa kaldırıp ceplerini boşalttılar. Deniz'in cebinden 11.50 TL çıktı. İnfaz savcısı Deniz'e mahkeme kararını okudu ve bir diyeceği olup olmadığını sordu. Deniz , kararın kendisine ait olduğunu ve bir diyeceği olmadığını söyledi. İnfaz savcısı , odaya gelen iki sivil doktora Deniz'in infaza engel bir hastalığı olup olmadığını sordu ; onlar da uzaktan Deniz'e bakarak olmadığını söylediler. Savcı şuurunun yerinde olup olmadığını sordu. "Yerinde" diye yanıtladılar soruyu.
Savcı ve doktor aralarında bunları konuşurken Deniz onlara bakıp gülümsüyodu. Sonra beyaz ölüm gömleğini Deniz'in başından geçiriyorlar. Uzun uğraşlardan sonra ayağındaki prangalar çözüldü ve Deniz ayağındaki bağları çözük postallarını bize göstererek "Postallarımın bağlarını bağlamaya bile vakit bulamadan apar topar buraya getirdiler bizi" dedi. Görevli postalları bağladı. Deniz ayağa kalktı ve "Allahaısmarladık , cezaevindeki tüm devrimcilere selam , onları benim yerime tek tek öpün" diyerek metin adımlarla avluya doğru yürüdü.




Sehpaya doğru



Sehpaya gelindiğinde elleri bağlı olduğundan gardiyanın yardımı ile masaya çıktı. Masanın üzerindeki tabureye kendi çıkmak ve ilmiği boğazına geçirmek istedi ama iki katlı ve dar olan ilmik buna izin vermedi. Gardiyan çift ilmiği genişletip Deniz'in boynuna taktı. Ve Deniz gür sesiyle şu sözleri söyledi:


"Yaşasın tam bağımsız Türkiye , yaşasın Marksizm Leninizmin yüce ideolojisi , yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi ! Kahrolsun emperyalizm ! Yaşasın işçiler ve köylüler !
İnfaz savcısı son kelimelerde "Çek ! Çek ! " diye bağırıyor cellada. Deniz Gezmiş kendi taburesini tekmelemeye çalışırken cellat arkadan tabureye vurdu ama boyu uzun olan Deniz'in ayakları masaya deymekte. Savcı "Masayı da çek"
diye haykırdı. Masayı da çektiler.. Saat 01.25 . Deniz uzun beyaz gömleği içinde ipte ağır ağır dönmekte... İnfazın yapıldığı avlu subaylarla dolu... Ortada bir karakavak... Merkez Komutanı Tevfik Türing kısık gözleri ve anlamsız bakışlarıyla , Ali Elverdi ise ağzında sigara , donuk ve duygusuz bir bakışla infazı izliyorlardı...



İpte 15 dakika... Deniz'in nabzı atıyordu...



İdamdan 10 dakika sonra doktorlar Deniz'e yaklaştılar ve nabzını yokladılar ve hâlâ nabzının attığını söylediler. İçimiz burkuldu ama hiçbir şey yapamamanın acısı yüreğimizi yaktı. Bu gecikmenin ipe çift ilmik atılmasından doğduğunu ve bunun bir işgence olduğunu , ilmiğin teke indirilmesini söyledik. Bu konuşmaları duyan doktor , "Üzülmeyin , sandalye çekilip düşme meydana gelince boyun kırılır , beyinle bağlantı kesilir ve artık acı duymaz" dedi. İnfaz savcısı kelepçelerin çözülmesini emretti. 15 dakika sonraki doktor kontrolünde nabzın hâlâ attığı anlaşıldı. Saat 02.15' e dek beklendi (50 dakika) ve son bir muayeneden sonra Deniz ipten indirildi.






Biz başgardiyanın odasına alınan Yusuf'un yanına döndük. Yusuf da babasına ve köy halkıyla akrabalarına bir mektup yazmıştı. Mektupları infaz savcısı aldı. Yusuf Aslan kıvanç dolu bir sesle Deniz'in sesini duyduğunu söyledi ve karşısında oturan ve emniyet birinci şube müdürü olduğu anlaşılan bir kişiye işkencelere hâlâ devam edip etmediklerini ve çocuğu olup olmadığını sordu. İnfaz savcısı doktorları çağırıp Yusuf'un bir hastalığı olup olmadığını sordu ve sonra kararı okuyarak bir diyeceği olup olmadığını sordu. "Yok" diyen Yusuf'un da deniz gibi cepleri arandı ve cebinden 17.25 TL çıktı. Beyaz ölüm gömleği giydirilen Yusuf'u odadan çıkarıp götürdüler. Yusuf sehpanın altında şunları söyledi: "Ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için şerefimle bir defa ölüyorum. Sizler , bizi asanlar , şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz ! Biz halkımızın hizmetindeyiz. Sizler Amerika'nın hizmetindesiniz. Yaşasın devrimciler !.. Kahrolsun faşizm !"...
infaz savcısı bağırıyor "Çek ! Çek !" ... Ve infaz sona erdi...



"Babama ayakkabısı cezaevinde kaldı deyin"


Üçüncü kez başgardiyanın odasına gittik ve Hüseyin İnan Odaya getirildi. Hüseyin bize ayağındaki spor ayakkabıları göstererek "Babam yarın ayağımdaki bu ayakkabıları görünce , oğlumun doğru dürüst bir ayakkabısı yokmuş diye üzülecek. Ayakkabımı bile giymeden apar topar buraya getirdiler... Ona ayakkabılarımın cezaevinde kaldığını söyleyin..." dedikten sonra babasına yazdığı mektubu savcıya verdi. Savcı doktorlara alışılagelmiş soruyu tekrarladı ve Hüseyin'e kararı okuduktan sonra beyaz idam gömleğini giydirdiler. Hüseyin'in cebinden 21.95 TL çıktı. Avluya doğru yürürken gülerek bize döndü ve "hadi eyvallah ! Şekibe ablaya selam" diye seslendi.
Tabureye çıkmadan masanın üzerinde yüksek sesle şunları söyledi:

"Ben şahsi hiçbir çıkar gözetmeden halkımın mutluluğu ve bağımsızlığı için savaştım. Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım. Bundan sonra bu bayrağı Türk halkına emanet ediyorum. Yaşasın işçiler ve köylüler ve yaşasın devrimciler ! Kahrolsun faşizm !" İnfazı kendi yaptı.

Bu infazdan sonra biz müdürün odasına çıktık. Burada savcı bize idamların ertelenmesi için yaptığımız başvurunun Askeri Yargıtayca reddedildiğini gösteren yazıyı okudu.
Deniz Gezmiş , Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ı asan askeri savcının adı, Baki Tuğ. İdamlar 6 Mayıs 1972 günü yapıldı. Savcı yaptıklarından hiç pişman değil , Kenan Evren'in asmasaydık da beslesemiydik sözüne gönderme yaparcasına; Biz o gençleri asmasaydık şimdi ülkemizin başına bela olurlardı. Ülkenin huzuru için üç genci feda ettik, hiç pişman değilim diyor.






9 Mayıs 2008 Cuma

İranlı gazeteci Pervin Ardalan, ülkesinde yaşananları örnek göstererek Türk halkını uyardı


"Türbana karşı uyanık olun"

Türbanın ülkesinde nasıl yaygınlaştığını anlatan İranlı gazeteci Pervin Ardalan, "Türkiye'de türban serbestliğini ancak laiklikten ödün verilmeyecekse desteklerim. Ülkelerimiz bu demokratik olgunluğa erişmeli. Yine de gözünüz açık olsun" dedi.

Ardalan, ülkesinde kadına karşı ayrımcılıkla mücadele etmek için başlattığı "1 milyon imza kampanyası" ile 75 bin dolarlık Olof Palme Barış Ödülü'ne layık görüldü. Gazeteci, İsveçte'ki törene gitmek için bindiği uçaktan indirildi ve "toplum düzenini bozma" suçundan 2 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 3 yıl içerisinde bu suçu tekrar ederse, ertelenen cezasını çekmek için hapse girecek olan Ardalan, "Mücadeleme devam edeceğim" diyor. NTVMSNBC'ye konuşan Ardalan,

Türkiye'de türbandan bahsedilecekse "ideoloji" nin dikkate alınması gerektiğini vurguladı. "ideoloji, yavaş yavaş her şeyi kontrol altına alır" diyen Ardalan şöyle devam etti.

"İran'daki devrim İslam devrimi olduğu kadar, kadın haklarına karşı bir devrimdir ve siyasidir. Vücudumuzun bir parçası açık görüldüğünde günah sayılıyor. Fakat yasak, durumun palazlanmasına yol açıyor ve daha fazla kadın SEKSİ görünmek istiyor.

Bize önce "İster takın ister takmayın serbesti var" dediler. Fakat önce devlet dairelerine ve sonra kamusal alanın her noktasına bunu yaydılar. Türkiye'de bununla ilgili gözü açık davranmalısınız.

2007 Olof Palme ödülü, İranlı gazeteci ve kadın hakları savunucusu Perven Ardalan´a verildi.

5 Mayıs 2008 Pazartesi

İlhan Selçuk'a basın özgürlüğü ödülü


İlhan Selçuk'a plaket


"3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü" nedeniyle Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) , Türkiye Yazarlar Sendikası (TYS) ile İletişim Araştırmaları Derneğinin (İLAD) düzenlediği kutlama töreninde Cumhuriyet Gazetesi imtiyaz sahibi ve Başyazarı İLHAN SELÇUK'a "basın özgürlüğü ve düşünce özgürlüğüne emek verenler" plaketi verildi. Halen hastanede tedavi gören Selçuk'a iletilmek üzere ödülü TYS yönetim kurulu üyesi Öner Ciravoğlu'nun elinden Cumhuriyet Gazetesi kültür servisi şefi Egemen Berköz ve Miyase İlknur aldılar. Ödülü alırken "İlhan Ağabeyin selamlarını getirdim" diye konuşan İlknur, "Özel konuşmaları dinlenen Cumhuriyet gazetesi çalışanlarının iletişim özgürlüğü bile baskı altındadır. 1 Mayıs'ta muhabirlerimizin başına gelen de ilk değildir"dedi.

Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş yerleşkesindeki törende tiyatro sanatçısı Genco Erkal'a SİVAS'93 oyunu nedeniyle Düşünce Özgürlüğüne Emek Verenler plaketi sunuldu. Ancak TYS'nin Erkal'a vereceği "onur üyesi" kimliği , polisin 1 Mayıs günü TYS Genel sekreteri Tevfik Taş'ın çantasını tahrip etmesi nedeniyle verilemedi.

1 Mayıs 2008 Perşembe

KALP SAĞLIĞI


Diyelim ki, mesai saati bitti ve siz de akşam 18:30 civarında, alışılmadık derecede zorlu bir iş gününün ardından (tabii ki tek başınıza) arabanıza binip evin yolunu tuttunuz.
Çok yorgunsunuz ve canınız da
fena halde sıkkın.
MÜTHİŞ GERGİN VE SİNİRLİ BİR HALDESİNİZ…
Birdenbire göğsünüzde,
kolunuza ve çenenize doğru yayılmaya başlayan
korkunç bir ağrı
hissediyorsunuz.
En yakın hastaneye sadece on dakikalık mesafedesiniz ama hastaneye ulaşmayı başarıp başaramayacağınızdan bile emin değilsiniz.
NE YAPACAKSINIZ???
İLK YARDIM KURSLARINA KATILACAK KADAR AKLI BAŞINDA BİRİYDİNİZ AMA KURSTAKİ EĞİTMEN, SİZİN BAŞINIZA BİR ŞEY GELDİĞİNDE NE YAPACAĞINIZI ÖĞRETMEDİ!!!
YALNIZ BAŞINIZAYKEN KALP KRİZİ GEÇİRİRSENİZ NASIL HAYATTA KALIRSINIZ?
PEK ÇOK İNSAN KALP KRİZİ GEÇİRDİĞİ SIRADA TEK BAŞINA OLUYOR; ETRAFTA YARDIM EDECEK KİMSE BULUNMUYOR. KALP ATIŞLARI DÜZENSİZLEŞEN VE KENDİSİNİ BAYILACAKMIŞ GİBİ HİSSEDEN BİRİNİN
BİLİNCİNİ YİTİRMEDEN ÖNCE
YALNIZCA 10 SANİYE KADAR ZAMANI VARDIR.
BU DURUMDA NE YAPMANIZ GEREKİR?
CEVAP:
PANİĞE KAPILMADAN ÜST ÜSTE KUVVETLİCE ÖKSÜRMEYE BAŞLAYIN.
ÖKSÜRMEDEN ÖNCE HER SEFERİNDE DERİN BİR NEFES ALIN; ÖKSÜRÜKLERİNİZ GÜÇLÜ OLSUN, DERİNDEN GELSİN VE UZUN SÜRSÜN, TIPKI GÖĞSÜNÜZDE BİRİKMİŞ BALGAMI ATMAYA ÇALIŞIR GİBİ ÖKSÜRÜN.
HER İKİ SANİYEDE BİR DERİN NEFES ALIP ÖKSÜRÜN VE BUNU YA YARDIM GELENE DEK YA DA KALP ATIŞLARINIZ TEKRAR NORMALE DÖNENE DEK SÜREKLİ YAPIN.
  • DERİN NEFES ALMAK CİĞERLERİ OKSİJENLE DOLDURUR.
  • ÖKSÜRMEK KALBE TAZYİK YAPAR VE KAN DOLAŞIMINI RAHATLATIR.
  • KALBE UYGULANAN BU TAZYİK, KALBİN NORMAL RİTMİNE DÖNMESİNİ KOLAYLAŞTIRIR.

BÜTÜN BUNLAR SİZE, BİLİNCİNİZİ KAYBETMEDEN ÖNCE HASTANEYE YETİŞECEK ZAMANI TANIR.
ARTICLE PUBLISHED ON N.º 240 OF JOURNAL OF GENERAL HOSPITAL ROCHESTER

BU KONUDA MÜMKÜN OLDUĞUNCA ÇOK KİŞİYİ BİLGİLENDİRİN.
BU BİLGİ SAYISIZ İNSANIN HAYATINI KURTARABİLİR!!!
ASLA, “BENİM BAŞIMA GELMEZ!” DİYE DÜŞÜNMEYİN.
HAYAT TARZIMIZIN EPEYCE DEĞİŞTİĞİ ŞU SON YILLARDA ARTIK HER YAŞTA İNSAN
KALP KRİZİ GEÇİRİYOR.