
Türk mizahının babası TURHAN SELÇUK'u yitirdik
Dünya karikatürünün duayenlerinden Cumhuriyet gazetesi yazarı Turhan Selçuk Karındaki aort damarının genişlemesi (abdominal aort anevrizması) teşhisi ile tedavi altına alınmıştı. Selçuk'a hastanede önceki gün stent takıldı. Ancak kanama nedeniyle tekrar ameliyata alınan Selçuk, yoğun bakımda hayatını kaybetti. Selçuk 88 yaşındaydı.
Selçuk için ilk tören yarın Cumhuriyet Gazetesi Merkez binasında yapılacak. Vasiyeti üzerine Nevşehir / Hacıbektaş'taki Çilehane tepesinde son yolculuğuna uğurlanacak.
Sanatçı dostları Turhan Selçuk için hem cesur hem yetenekli hem de kuşaklar ötesi bir çizer yorumunda bulundu. Cumhurbaşkanı Gül ve siyasetçiler ise Selçuk'un saygıyla hatırlanacağını belirtti.
Cumhuriyet Gazetesi'nde “Söz Çizginin” başlığıyla karikatürleri yayımlanan Turhan Selçuk, önceki gün rahatsızlanarak Acıbadem Maslak Hastanesi'ne kaldırılmıştı.
Aynı hastanenin yoğun bakım ünitesinde 10 Mart 2010 Çarşamba gecesi saat 01:30'da hayatını kaybetti.
TÜRK MİZAHININ DUAYENLERİNDENDİ
Türk mizahının önde gelen isimlerinden olan ve Türkiye'de mizaha yön veren duayen karikatüristi olan Turhan Selçuk 1922’de Milas’ta doğdu. İlk karikatürleri Adana’daki ortaöğrenimi sırasında aynı yerde çıkan Türk Sözü gazetesi ile İstanbul’da Kırmızı Beyaz ve Şut spor dergilerinde yayımlandı(1941). 1943’te Akbaba’nın kadrosuna girdi, 1948’de Tasvir’de karikatürcü ve ressam olarak çalıştı; Refik Halit Karay’ın çıkardığı Aydede’nin baş çizeri oldu. Kardeşi İlhan Selçuk’la birlikte 41 Buçuk (1952), Dolmuş (1956) mizah dergilerini çıkardı. 1949’da, dünyada Steinberg’in öncülüğüyle başlayan modern karikatür anlayışına yöneldi. Yeni İstanbul gazetesindeki yazılarında “grafik mizah”ın karikatürün evrensel anlatımı olduğunu savundu; çalışmalarını bu yönde sürdürmeye başladı. Yeni İstanbul, Yeni Gazete, Akşam, Milliyet, Cumhuriyet gazetelerinde ve Akis, Yön, Devrim, Toplum, vb. dergilerde çizdi. 1957’de Milliyet’te çizmeye başladığı Abdülcanbaz dizisi büyük ilgi gördü. Tiyatroya ve sinemaya uyarlanan bu çizgi romanın bir deseni 1991’de PTT tarafından pul olarak basıldı. 1969’da iki arkadaşıyla Karikatürcüler Derneği’ni kuran Turhan Selçuk 1973’te Sanatçılar Birliği tarafından “Halkın Sanatçısı”, 1983’te Gazeteciler Cemiyeti tarafından “Yılın Karikatürcüsü” seçildi. Yurt içinde ve dışında çeşitli ödüller aldı: Bordighera Altın Palmiye (1956) ve Gümüş Hurma (1962), İppocampo (1970), Vercelli (1975), Sedat Semavi Vakfı Görsel Sanatlar Ödülü (1984), Cumhurbaşkanlığı Büyük Sanat Ödülü (1997) ödüllerinin sahibi oldu. 1992’de Dışişleri Bakanlığı’nın önerisi üzerine hazırladğı “İnsan Hakları” konulu sergisi Avrupa Konseyi’nin önerisiyle ilk kez Strasbourg’da açıldı, 1997’ye kadar Avrupa’nın çeşitli kentlerinde ve Güney Afrika’da dolaştı. “Barış ve Kitap” konulu karikatürü 1992’de Avrupa Konseyi’nin başlattığı kitap okuma kampanyası boyunca bütün afiş ve dokümanlarda logo olarak kullanıldı. Sanatçı, çalışmalarını Turhan Selçuk Karikatür Albümü (1954), 140 Karikatür (1959), Turhan 62 (1962), Hiyeroglif (1964), Hal ve Gidiş Sıfır (1969), Söz Çizginin (1979) adlı albümlerinde topladı.
1980`de Milliyet`e döndü. Selçuk son olarak Cumhuriyet gazetesinde çalışıyordu
Dünya karikatürünün duayenlerinden Cumhuriyet gazetesi yazarı Turhan Selçuk Karındaki aort damarının genişlemesi (abdominal aort anevrizması) teşhisi ile tedavi altına alınmıştı. Selçuk'a hastanede önceki gün stent takıldı. Ancak kanama nedeniyle tekrar ameliyata alınan Selçuk, yoğun bakımda hayatını kaybetti. Selçuk 88 yaşındaydı.
Selçuk için ilk tören yarın Cumhuriyet Gazetesi Merkez binasında yapılacak. Vasiyeti üzerine Nevşehir / Hacıbektaş'taki Çilehane tepesinde son yolculuğuna uğurlanacak.
Sanatçı dostları Turhan Selçuk için hem cesur hem yetenekli hem de kuşaklar ötesi bir çizer yorumunda bulundu. Cumhurbaşkanı Gül ve siyasetçiler ise Selçuk'un saygıyla hatırlanacağını belirtti.
Cumhuriyet Gazetesi'nde “Söz Çizginin” başlığıyla karikatürleri yayımlanan Turhan Selçuk, önceki gün rahatsızlanarak Acıbadem Maslak Hastanesi'ne kaldırılmıştı.
Aynı hastanenin yoğun bakım ünitesinde 10 Mart 2010 Çarşamba gecesi saat 01:30'da hayatını kaybetti.
TÜRK MİZAHININ DUAYENLERİNDENDİ
Türk mizahının önde gelen isimlerinden olan ve Türkiye'de mizaha yön veren duayen karikatüristi olan Turhan Selçuk 1922’de Milas’ta doğdu. İlk karikatürleri Adana’daki ortaöğrenimi sırasında aynı yerde çıkan Türk Sözü gazetesi ile İstanbul’da Kırmızı Beyaz ve Şut spor dergilerinde yayımlandı(1941). 1943’te Akbaba’nın kadrosuna girdi, 1948’de Tasvir’de karikatürcü ve ressam olarak çalıştı; Refik Halit Karay’ın çıkardığı Aydede’nin baş çizeri oldu. Kardeşi İlhan Selçuk’la birlikte 41 Buçuk (1952), Dolmuş (1956) mizah dergilerini çıkardı. 1949’da, dünyada Steinberg’in öncülüğüyle başlayan modern karikatür anlayışına yöneldi. Yeni İstanbul gazetesindeki yazılarında “grafik mizah”ın karikatürün evrensel anlatımı olduğunu savundu; çalışmalarını bu yönde sürdürmeye başladı. Yeni İstanbul, Yeni Gazete, Akşam, Milliyet, Cumhuriyet gazetelerinde ve Akis, Yön, Devrim, Toplum, vb. dergilerde çizdi. 1957’de Milliyet’te çizmeye başladığı Abdülcanbaz dizisi büyük ilgi gördü. Tiyatroya ve sinemaya uyarlanan bu çizgi romanın bir deseni 1991’de PTT tarafından pul olarak basıldı. 1969’da iki arkadaşıyla Karikatürcüler Derneği’ni kuran Turhan Selçuk 1973’te Sanatçılar Birliği tarafından “Halkın Sanatçısı”, 1983’te Gazeteciler Cemiyeti tarafından “Yılın Karikatürcüsü” seçildi. Yurt içinde ve dışında çeşitli ödüller aldı: Bordighera Altın Palmiye (1956) ve Gümüş Hurma (1962), İppocampo (1970), Vercelli (1975), Sedat Semavi Vakfı Görsel Sanatlar Ödülü (1984), Cumhurbaşkanlığı Büyük Sanat Ödülü (1997) ödüllerinin sahibi oldu. 1992’de Dışişleri Bakanlığı’nın önerisi üzerine hazırladğı “İnsan Hakları” konulu sergisi Avrupa Konseyi’nin önerisiyle ilk kez Strasbourg’da açıldı, 1997’ye kadar Avrupa’nın çeşitli kentlerinde ve Güney Afrika’da dolaştı. “Barış ve Kitap” konulu karikatürü 1992’de Avrupa Konseyi’nin başlattığı kitap okuma kampanyası boyunca bütün afiş ve dokümanlarda logo olarak kullanıldı. Sanatçı, çalışmalarını Turhan Selçuk Karikatür Albümü (1954), 140 Karikatür (1959), Turhan 62 (1962), Hiyeroglif (1964), Hal ve Gidiş Sıfır (1969), Söz Çizginin (1979) adlı albümlerinde topladı.
1980`de Milliyet`e döndü. Selçuk son olarak Cumhuriyet gazetesinde çalışıyordu
"Gördüğümüz rüyanın birbirine benzemesi doğaldı"
Turhan Selçuk'un sanatta 60. yılında basılan 'Önce Çizgi Vardı... "çizgide 60.yıl"' adlı derleme kitabında İlhan Selçuk ağabeyini duygu dolu sözlerle kaleme almıştı. Ağabeyine 'gördüğümüz rüyanın birbirine benzemesi doğaldı' diyen Selçuk'un kaleminden Turhan Selçuk...
Turhan Selçuk'un sanatta 60. yılında basılan 'Önce Çizgi Vardı... "çizgide 60.yıl"' adlı derleme kitabında İlhan Selçuk ağabeyini duygu dolu sözlerle kaleme almıştı. Ağabeyine 'gördüğümüz rüyanın birbirine benzemesi doğaldı' diyen Selçuk'un kaleminden Turhan Selçuk...
İlhan Selçuk
TURHAN...
Çevremizi saran üç boyutun ötesinde, dördüncünün varlığını duyumsamadığımız yıllardı... Uzunluğu, genişliği, derinliği biliyorduk...
Zamanı tanımıyorduk...
Yaşadığımız an'ın bilincine uzaktık...
Bilye oynarken, meşin topun peşinde koşarken, okula giderken, gezip tozarken, avarelik ederken, akan zamanın dışındaydık...
Ta içimizde, yüreğimizde, beynimizin gizli bir köşesinde, geleceğimizin gizemine adamıştık kendimizi...
Ulaşılamaz yıldızlara gidecektik; bilmediğimiz ülkelerde görülmemiş serüvenler bizi bekliyorlardı; göz kamaştırıcı hayatlara ışınlanmıştık...
Yakınımızdaki hiçbir olay, ailemizdeki hiçbir bağ, çevremizdeki hiçbir kişi, ülkemizdeki hiçbir gerçek, yaşadığımız kent veya kasabadaki hiçbir koşul, bizim yarınlara şartlanmış yaşam tasarımlarımızı engelleyemezdi...
Yaşayacaktık: ama, daha sonra, ilerde, gelecekte, hayat kollarını bize açacaktı...
Özlemlerimizin anlamı, sıradanlaşmanın sınırlarını ruhumuzda çiğneyip geçmişti...
Yaz sıcağını emen geceler, pırıl pırıl gökte kayan yıldızları ciğerlerimize çekiyorduk: o yıldızlar gökte bizim için kayıyorlardı...
İki Çocuğun devri Alemi'ni, Tarzan'ı, Baytekin'i, Üç Silahşörler'i aşıp La Dam O Kamelya'ya geçmek güç olmadı; Çocuk Sesi'ni Afacan'ı geride bırakırken üzülmedik; bunlardan çok daha uzakta, gizemli ve görkemli bir yerde, hayat kollarını açmış
bizi bekliyordu.
Çok küçük yaştayken, İstanbul'da elektrik düğmesini çevirdiğimiz zaman ortalığın aydınlanması bize doğal gelmişti. Anadolu'nun uzak kasabalarında, fitilli petrol lambasının soluk ışığında kitap sayfalarını çevirmekte ne kolaydı!.. Çünkü hayat, çok ötede, gelecekte, bilinmeyen kentlerde, balta girmemiş ormanlarda, uzak gezegenlerde yaşanacak apayrı bir şeydi.
Bilincimizin gölgesinde, geleceğin bilinmezliğine yayılıyordu umutlarımız...
Çocuklukta yaşadığımız yıllar, ilerde yaşayacağımız güzel zamanlardan ödünç
alınmıştı.
Schubert'i, Gorki'yi, Zola'yı, Gogol'u tanıdığımızda, kendimize yakıştırdığımız dünyanın insanlarını bulmuş gibiydik; ama, sanki hepsi de üç boyutun kapsamı içindeydi...
Dördüncü boyutun bize hazırladığı tuzaktan habersizdik...
Zamanı duyumsamaya başladığımız gün, yaşam değişti, dördüncü boyut ikimizi de uçurumuna çekmeye başladı...
Turhan'la kardeşliğin ötesinde bir ikili olşturuyorduk, yaşımız büyüdükçe düşüncelerimiz de birlikte büyüyor, düşlemlerimize karışıyordu, gece gözlerimizi kapadığımızda gördüğümüz rüyanın birbirine benzemesi doğaldı...
Ya Ülfet?..
O 'bizim' kız kardeşimizdi...Benim ya da Turhan'ın değil, 'bizim' kardeşimiz...
Uzun sandığım bir çocukluk evresinde 'ben' ile 'biz'i düşüncelerimde karıştırdığımı sanıyorum.
Gerçek ile düşü ayrımsamak çok zor oldu.
Çocukluğumuzun uçsuz bucaksız evreninden kopup ayaklarımızın toprağa değdiği anda, ben çok korktum...
Turhan'ın ürktüğünü sanıyorum.
Dünyalarımız yıkılıyor muydu? Yıldızlara gidemeyecek miydik? Evrenin bilinmeyen güzelliklerini, adına hayat denen süreçte keşfedemeyecek miydik?
İlk gençlik yılları aşılıp da 'zaman boyutu' yaşamda devreye girdikçe, üç boyutun yetersizliği, kısırlığı, bağlayıcılığı ortaya çıkıyordu.
İnsanın durduğu, oturduğu, hele geceleyin yattığı yerde düşünceleriyle devinebilen bir yaratık olduğunu küçükken keşfeden bizler, hayatın gerçekliği karşısında, ellerimizin ayaklarımızın bağlandığını mı görecektik?..
Büyüyorduk, hayata atılmak, meslek sahibi olmak, para kazanmak, bir evin sorumluluğunu taşımak gibi zorunlulukların oldubittisiyle karşı karşıyaydık. Kuralların buka
ğası, ayakbileklerimize vuruluyordu. Gerçekler, hışımla üstümüze geliyordu. Dünyalarımızın yıkılmasına, gezegenlerimizin yok olmasına, yıldızlarımızın ellerimizden kaymasına seyirci mi kalacaktık?..
Kıyamet günü yaklaşıyordu... O sırada Turhan bir şeyi farketti.
Alaeddin'in lambasından çıkan dev, Turhan'a bir çizginin gizeminde bütün dünyaları, yıldızları, gezegenleri, galaksileri, insanları, duyguları, sevdaları, dostlukları, düşmanlıkları, ağlamayı, gülmeyi, geçmişi, geleceği ve an'ı - tek sözcükle yaşamı - yakalamasını öğretti.
O, ne büyük bir mutluluk!..
Turhan, evrendeki her şeyi çizgiye dönüştürmenin ilm-i simyasında benliğini buldu...
Yaratacağı evren'in Allah'ıydı artık...
Baytekin gibi yıldızlara gitmiyor, yıldızları ayağına çağırıyordu. Doktor Faust'un gücü artık ne yazardı!.. Güliver'in devleri ve cüceleri, çizginin büyüsünde bir büyüyüp bir küçülüyorlardı. Şekspir'in tiyatrosu, çizgi dünyasının egemenliğinde perdelerini açıp kapıyorlardı. Molyer'in mizahı, çini mürekkebiyle beyaz kağıt üzerine dökülüyordu. Donkişot ya da Kazanova, Turhan'ın yanında yay kalırlardı.
Turhan'ın dünyası, yaşadığımız gerçek dünyanın eleştirisiyle oluştu...
Alternatif bir dünyadır bu...
Coğrafyası dördüncü boyuta yayılır...
Turhan'da zaman korkusu kalmadı...
Zaman, artık Turhan'a çalışıyor.
Kaynak: Önce Çizgi Vardı... "çizgide 60.yıl"
Güldikenı, Güz 1994, S. 5, s.24-25
12 Mart 2010 Cuma tarihli Cumhuriyet portaldan alındı.
Karikatür Musa Kart (çizmeden yukarı)
TURHAN...
Çevremizi saran üç boyutun ötesinde, dördüncünün varlığını duyumsamadığımız yıllardı... Uzunluğu, genişliği, derinliği biliyorduk...
Zamanı tanımıyorduk...
Yaşadığımız an'ın bilincine uzaktık...
Bilye oynarken, meşin topun peşinde koşarken, okula giderken, gezip tozarken, avarelik ederken, akan zamanın dışındaydık...
Ta içimizde, yüreğimizde, beynimizin gizli bir köşesinde, geleceğimizin gizemine adamıştık kendimizi...
Ulaşılamaz yıldızlara gidecektik; bilmediğimiz ülkelerde görülmemiş serüvenler bizi bekliyorlardı; göz kamaştırıcı hayatlara ışınlanmıştık...
Yakınımızdaki hiçbir olay, ailemizdeki hiçbir bağ, çevremizdeki hiçbir kişi, ülkemizdeki hiçbir gerçek, yaşadığımız kent veya kasabadaki hiçbir koşul, bizim yarınlara şartlanmış yaşam tasarımlarımızı engelleyemezdi...
Yaşayacaktık: ama, daha sonra, ilerde, gelecekte, hayat kollarını bize açacaktı...
Özlemlerimizin anlamı, sıradanlaşmanın sınırlarını ruhumuzda çiğneyip geçmişti...
Yaz sıcağını emen geceler, pırıl pırıl gökte kayan yıldızları ciğerlerimize çekiyorduk: o yıldızlar gökte bizim için kayıyorlardı...
İki Çocuğun devri Alemi'ni, Tarzan'ı, Baytekin'i, Üç Silahşörler'i aşıp La Dam O Kamelya'ya geçmek güç olmadı; Çocuk Sesi'ni Afacan'ı geride bırakırken üzülmedik; bunlardan çok daha uzakta, gizemli ve görkemli bir yerde, hayat kollarını açmış

Çok küçük yaştayken, İstanbul'da elektrik düğmesini çevirdiğimiz zaman ortalığın aydınlanması bize doğal gelmişti. Anadolu'nun uzak kasabalarında, fitilli petrol lambasının soluk ışığında kitap sayfalarını çevirmekte ne kolaydı!.. Çünkü hayat, çok ötede, gelecekte, bilinmeyen kentlerde, balta girmemiş ormanlarda, uzak gezegenlerde yaşanacak apayrı bir şeydi.
Bilincimizin gölgesinde, geleceğin bilinmezliğine yayılıyordu umutlarımız...
Çocuklukta yaşadığımız yıllar, ilerde yaşayacağımız güzel zamanlardan ödünç
alınmıştı.
Schubert'i, Gorki'yi, Zola'yı, Gogol'u tanıdığımızda, kendimize yakıştırdığımız dünyanın insanlarını bulmuş gibiydik; ama, sanki hepsi de üç boyutun kapsamı içindeydi...
Dördüncü boyutun bize hazırladığı tuzaktan habersizdik...
Zamanı duyumsamaya başladığımız gün, yaşam değişti, dördüncü boyut ikimizi de uçurumuna çekmeye başladı...
Turhan'la kardeşliğin ötesinde bir ikili olşturuyorduk, yaşımız büyüdükçe düşüncelerimiz de birlikte büyüyor, düşlemlerimize karışıyordu, gece gözlerimizi kapadığımızda gördüğümüz rüyanın birbirine benzemesi doğaldı...
Ya Ülfet?..
O 'bizim' kız kardeşimizdi...Benim ya da Turhan'ın değil, 'bizim' kardeşimiz...
Uzun sandığım bir çocukluk evresinde 'ben' ile 'biz'i düşüncelerimde karıştırdığımı sanıyorum.
Gerçek ile düşü ayrımsamak çok zor oldu.
Çocukluğumuzun uçsuz bucaksız evreninden kopup ayaklarımızın toprağa değdiği anda, ben çok korktum...
Turhan'ın ürktüğünü sanıyorum.
Dünyalarımız yıkılıyor muydu? Yıldızlara gidemeyecek miydik? Evrenin bilinmeyen güzelliklerini, adına hayat denen süreçte keşfedemeyecek miydik?
İlk gençlik yılları aşılıp da 'zaman boyutu' yaşamda devreye girdikçe, üç boyutun yetersizliği, kısırlığı, bağlayıcılığı ortaya çıkıyordu.
İnsanın durduğu, oturduğu, hele geceleyin yattığı yerde düşünceleriyle devinebilen bir yaratık olduğunu küçükken keşfeden bizler, hayatın gerçekliği karşısında, ellerimizin ayaklarımızın bağlandığını mı görecektik?..
Büyüyorduk, hayata atılmak, meslek sahibi olmak, para kazanmak, bir evin sorumluluğunu taşımak gibi zorunlulukların oldubittisiyle karşı karşıyaydık. Kuralların buka

Kıyamet günü yaklaşıyordu... O sırada Turhan bir şeyi farketti.
Alaeddin'in lambasından çıkan dev, Turhan'a bir çizginin gizeminde bütün dünyaları, yıldızları, gezegenleri, galaksileri, insanları, duyguları, sevdaları, dostlukları, düşmanlıkları, ağlamayı, gülmeyi, geçmişi, geleceği ve an'ı - tek sözcükle yaşamı - yakalamasını öğretti.
O, ne büyük bir mutluluk!..
Turhan, evrendeki her şeyi çizgiye dönüştürmenin ilm-i simyasında benliğini buldu...
Yaratacağı evren'in Allah'ıydı artık...
Baytekin gibi yıldızlara gitmiyor, yıldızları ayağına çağırıyordu. Doktor Faust'un gücü artık ne yazardı!.. Güliver'in devleri ve cüceleri, çizginin büyüsünde bir büyüyüp bir küçülüyorlardı. Şekspir'in tiyatrosu, çizgi dünyasının egemenliğinde perdelerini açıp kapıyorlardı. Molyer'in mizahı, çini mürekkebiyle beyaz kağıt üzerine dökülüyordu. Donkişot ya da Kazanova, Turhan'ın yanında yay kalırlardı.
Turhan'ın dünyası, yaşadığımız gerçek dünyanın eleştirisiyle oluştu...
Alternatif bir dünyadır bu...
Coğrafyası dördüncü boyuta yayılır...
Turhan'da zaman korkusu kalmadı...
Zaman, artık Turhan'a çalışıyor.
Kaynak: Önce Çizgi Vardı... "çizgide 60.yıl"
Güldikenı, Güz 1994, S. 5, s.24-25
12 Mart 2010 Cuma tarihli Cumhuriyet portaldan alındı.
Karikatür Musa Kart (çizmeden yukarı)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder