29 Aralık 2008 Pazartesi

29 MART SEÇİMLERİ

29 Mart?..
29 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde dikkatler her şeyden önce partilerin oy oranları üzerinde yoğunlaşacaktır. Ülkemizde laik ve demok-ratik merkez sağı tasfiye ederek iktidarı ele geçiren dinci siyasetin tarikat ve cemaatlerle örgütlenen tabanı karşısında, bir seçenek oluşabilecek midir? Bu sorunun yalnız Türkiye’de değil, İslam coğrafyasında da demokratik rejimlerin olabilirliğini ve geleceğini saptamak bakımından önemli olduğu söylenebilir.
Sorun bu kadar derin ve açık olduğuna göre laik Cumhuriyete sahip çıkmak isteyen kitlelerin hem katılım oranı, hem oylarını kullanma yöntemi bakımından büyük sorumluluk altında bulundukları açıktır. Şimdiye dek sosyal demokrasiyi ya da demokratik solu temsil eden partilerin ve yöneticilerin yeterince sorumluluk bilincini taşımadıkları, yaşanan olaylarla kanıtlanmıştır. Bilindiği gibi soldaki partilerin parçalanmaları, birbirlerine düşmeleri, tabanı da şaşırtmış, laik kesimdeki seçmenin sandıkta bölünmesiyle en önemli kentlerde belediye başkanlıkları elden çıkmış, dincilerin eline geçmiştir.Bu kez durum nedir?
Başkentte bir ortak sağduyudan hareketle Murat Karayalçın’ın tek aday olarak ortaya çıkması olumludur.Gönül isterdi ki bu ortak sağduyu tüm illerde yaygınlaşsın... Ancak özellikle Eskişehir’de görüldüğü gibi, ortak sağduyu her ilde işlemiyor; kentin çağdaş önderi ve mimarı Yılmaz Büyükerşen’in bu konudaki açıklaması ilginçtir. Adayların saptanmasında ve ortak sağduyunun oluşmasında ana muhalefetin lideri Deniz Baykal’ın işlevi çok büyük olacaktır. Bunca yaşantı, deneyim ve görgüden sonra CHP Genel Başkanı’nın omuzlarına düşeni algılamasını doğal sayıyor ve bekliyoruz. Ancak gerçeklerin içinde yuvalanan bir gerçek de siyasal parti gerçeğidir.Kimi zaman particiliğin gerçeğiyle ülkenin gerçeği birbirini tutmuyor.
Böyle dönemlerde halka sağduyusunun ve tarihsel sezgilerinin doğruyu bulmakta öne çıkması gerekiyor. Belediye seçimlerinde, adı sanı partilerin de ötesinde bir düzeye tırmanarak yıldızlaşmış başkan adaylarında birleşip sandıkta buluşmak aydınlanmış seçmenin pusulasını oluşturmalıdır.
Bu kapsamda ana muhalefet partisinin tarihsel işlevi, CHP’nin geçmişine yakışır bir stratejiyi vurgulamalıdır.29 Mart seçimleri, yerelliğin ötesinde bir anlam taşıyorsa, ana muhalefet partisini içten veya dıştan saran her tür tartışmayı rafa kaldıracak bir mantığa gerek olduğu aşikârdır. Sayın Baykal’ın bu gerçeğe dayanan birleştirici ve bütünleştirici bir tutumu benimsemesi, başında bulunduğu partiye de yurttaş düzeyinde büyük destek sağlayacaktır. Yazımızı, 29 Mart seçimlerinin, yerellikten çok ötede, ülkenin yazgısını da etkileyecek bir anlamı olduğunu bir kez daha vurgulayarak noktalayalım.
CUMHURİYET GAZETESİ

Nihal Kemaloğlu
Neyin muhafazakârlığı

nihalkemaloglu@gmail.com

Yüzde 99’u Müslüman olan toplumumuz süratle İslamı dünyevileştiriyor. Maneviyata yapılan atıflar maddiyata tahvil ediliyor. Dünyada dini değerlerin yükseldiği iddiasını çok sahici kılıyor.Din mana âleminden çıkartılıp siyasetin, medyanın, popüler kültürün ekonomik değerine dönüştürülüyor. İslam kutsal ve yetkin bir metin olarak tarihselliğinde hiç olmadığı kadar muhteva kaybına uğruyor. Laik-Antilaik diye birbirlerini yiyen kesimler dünyevileştirme işleminde el ele, kol kola dayanışma içinde. Sabah programının gece elbiseli sunucusu, konuğunu davet ediyor. Müzik ve alkışlarla hocamız koşarak geliyor. Tarkan değil, dolayısıyla öpücük vermiyor. Gelen ilahiyat profesörü yani eski dilde ulema. Sunucu sanki Müslüman Rönesansı’nı halka ulaştırıyor havalarında. Akla ziyan sorulara hocamız afralı tafralı cevaplar döşeniyor. Seyirci bazı cevapları şiddetle alkışlıyor. Birazdan Aczimendi rüzgârlı giysi tasarımıyla “yeşil popçumuz” geliyor. Güzelim bir ilahiyi elektronik tınılarla katletmiş biçimde playback söylüyor...“La ilahe illallah” nakaratlarında konuklar vecd haline giriyorlarmış gibi yapıp ağlıyor. Biraz ötede bir semazen ekibinin müsameresi uzak çekim veriliyor.Kendinizi gerçekten kaybediyorsunuz. Ciğerleriniz sökülüyor gibi geliyor. Bunu yoksa yabancı istihbarat güçleri mi yaptırtıyor diye kuşkulanıyorsunuz. Başka bir kanalda kamera, kara gözlü küçük kızın yüzüne zoom yapıyor. Yoksulluk bizi utandıran tüm ayrıntılarıyla ifşa ediliyor. Yanmayan soba, kırık pencere, kesik elektrik, boş teldolap, çıplak minik ayaklar. İşsiz hasta baba ve yüzünü saklayan anne, gözlerinizi gerçekten acıtıyor. Sonra ne mi oluyor? Sunucular soluğu kasabadaki mefruşatçılarda ve beyaz eşya satan mağazalarda alıyor. Nal gibi mağaza adları mükerrer söyleniyor, gösteriliyor. Kamyona yüklenen çarşaf, yastık, ocak işletmelerin reklam maliyeti olarak fakirhanelere götürülüyor. Onlar seviniyorlar ve “Allah sizden razı olsun” diyorlar. Yine işsizler yine güvencesizler. Gelecekten yine yoksunlar. Evlerinde yeni yorganlar var, üzerlerinden dönen tezgâhı duymuyorlar. Kimin kime yardım ettiğinin promosyon haline gelmesi ne kadar caiz? Sağ elin verdiğini sol el değil, bütün eller biliyor.Yeni bir maneviyat üretiliyor. Alınır satılır, takıp takıştırır bir maneviyat. Ebced hesapları, Kuran’ın şifresi, çağdaş cinci hocalar. İslami medyumlar, dokunmatik tespihler, steril zemzemler, umreye giden celebrityler! Eski manken enkazları, sürmeli gözlerle hidayet macerasını kanallara satarak para ve ün kazanıyorlar. TV’de ölü nasıl yıkanır, nasıl kefenlenir konulu şovlar ölü taklidi yapan canlı insan üzerinde tatbik ediliyor. O günün en yüksek ratingini alıyor, Yaprak Dökümü’nü solluyor. Ölüm bile tüketiliyor. Kâbe manzaralı hac odaları, internet üzerinden merhumlara para karşılığı okutulan dualar. “Başörtüsü aslında nasıl takılmalıdır”a takık fanatikler! İç derinliğini kaybetmiş biçimlere dönüşmüş bir âlemde sekülerleşiyoruz. Küresel kapitalist tüketimin pençesine düşmüş piyasa toplumu, Müslümanlaşıyor. Müslümanlaşırken tüketimin bütün kalıpları hayatı boşaltıyor, esasında dünyevileşiyoruz. Muhafazakârlık artmış tartışmalarının merkezindeki gündeme insanın şöyle seslenesi geliyor; Neyin muhafazakârlığı yahu, neyi kaybettiğimiz umrumuzda değilken!

28 Ağustos 2008 Perşembe

AKP Hükümetinin İCRAATLARI

Ulusal programda TRT, Çay-Kur, DMO'nun satışı, savunmanın özelleştirilmesi öngörülüyor.
Her şey satılığa çıkacak
ÖZELLEŞTİRMEYE HIZ VERİLECEK
AB'ye sunulacak ulusal program taslağında, hükümetin yapmayı planladığı özelleştirme uygulamaları da yer aldı. Taslağa göre, devlet, çay ürünlerinin işlenmesinden malzeme alımına kadar pek çok alandan tamamen çekilecek. Eğitim, ulusal savunma sanayisi, radyo televizyon yayımcılığı, maden işletmeciliği gibi birçok alanda ise kısmi özelleştirmeler yapılacak. Savunmanın özelleştirilmesinden ise MKEK'nin satışının kastedildiği öğrenildi. Bu alanların hiçbiri mevcut özelleştirme potföyü içinde yer almıyor.
HÜKÜMET HER ŞEYİ SATACAK
Çay-Kur ve Devlet Malzeme Ofisi (DMO) tamamen, TRT ile başta Makine Kimya Endüstrisi Kurumu (MKEK) olmak üzere kamuya ait savunma sektörü ise kısmen özelleştiriliyor. Hükümet tarafından hazırlanarak Bakanlar kurulunda kabul edildikten sonra Avrupa Birliğine sunulacak olan Ulusal Program taslağında, hükümetin gerçekleştirmeyi planladığı özelleştirme uygulamaları da yer aldı. Taslağa göre, devlet, aralarında çay ürünlerinin işlenmesi, malzeme alımı da bulunan bazı alanlardan tamamen, eğitim, savunma, radyo televizyon yayımcılığı gibi bazı alanlardan da kısmen çıkacak. Bu alanların hiçbirisi mevcut durumda özelleştirme potföyü içinde yer almıyor. Edinilen bilgilere göre, "Çay ürünlerinin işlenmesi" ifadesi ile Çay-Kur; "malzeme alımı" ifadesi ile Devlet Malzeme Ofisi; "radyo televizyon yayımcılığı " ifadesi ile Türkiye radyo Televizyon Kurumu (TRT) kastedilirken, eğitim alanında "ihtiyaç fazlası arsa, arazi ve okulların satılması" planlanıyor. Savunmanın özelleştirilmesinden ise MKEK'nin satışının kastedildiği öğrenildi. Taslakta, devletin faaliyetlerini sürdüreceği alanlar ise, "Buna karşın, tahıl alımı, tohumluk üretimi, demiryolu ulaşımı altyapısı, petrol arama faaliyetleri, hava meydanları işletmesi, posta hizmetleri, kıyı emniyetinin sağlanması gibi alanlarda faaliyetlerini sürdürmesi öngörülmektedir" ifadesiyle çizildi.
DEVLETİN TAMAMEN ÇEKİLECEĞİ ALANLAR
BANKACILIK (kısa vade: Halk Bankası; orta vade: Ziraat Bankası ve Vakıflar Bankası)
Hava ve deniz ulaşımı ile lokomotif ve vagon üretimi
Et - balık ürünleri piyasası
Şeker, tütün ve çay ürünlerinin işlenmesi
Petro - kimya sanayi
Malzeme alımı
Elektrik dağıtım ve toptan ticareti
Şans oyunları
İMKB ve altın borsası
Çeşitli kamu hizmetleri (araç muayene istasyonları, otoyol / köprü işletmeciliği, belediye - çöp / atık toplama ve yeniden değerlendirme)
Telekomünikasyon
Turizm
KISMEN ÇEKİLECEĞİ ALANLAR
Elektrik üretimi
Su şebekesi, kanalizasyon altyapısı
Sağlık
Eğitim
Savunma
Radyo - televizyon yayıncılığı
Doğalgaz piyasası
Kömür ve diğer maden işletmeciliği.
23 Ağustos 2008 Cumartesi CUMHURİYET GAZETESİ

25 Ağustos 2008 Pazartesi

İncir hücreleri yeniliyor
Japonya'da yapılan bir araştırmada derileri altında tümör geliştirilmiş farelere enjekte edilen incir özünün, tümörleri 11 günde yüzde 39 oranında küçülttüğünün tespit edildiği ifade edilirken incirin, özellikle sindirim sistemi için çok faydalı bir meyve olduğu belirtildi.
İncirin içerdiği yüksek orandaki protein, vitamin ve minerallerle hücrelerin yenilenmesini sağlayan bir besin olduğu bildirildi. Japonya'da yapılan bir araştırmada derileri altında tümör geliştirilmiş farelere enjekte edilen incir özünün, tümörleri 11 günde yüzde 39 oranında küçülttüğünün tespit edildiği ifade edilirken tazesinin yaz aylarında, kurusunun ise her zaman bulunabilen incirin, özellikle sindirim sistemi için çok faydalı bir meyve olduğu belirtildi. Amerikan Diyetetik derneğinin Denizaşırı ülkeler Türkiye temsilcisi diyetisyen Selahattin Dönmez, İncirin içerdiği yüksek orandaki protein, vitamin ve minerallerle hücrelerin yenilenmesini sağlayan bir besin olduğunu belirterek
"İncir, lif deposudur ve gut hastalığını iyileştirici bir enzim olan fisin içerir. Kemik sağlığı, kan pıhtılaşması ve sağlıklı sinir sistemi için gerekli kalsiyumun en yoğun bitkisel kaynağı olduğu bilinmektedir. Anında enerji sağladığı ve krampları engellediği için sporcular için oldukça faydalı bir besindir. Özellikle kuru incir, demir ve potasyum açısından besin değeri yüksektir" dedi.
İNCİRİN YARARLARI
  • Diğer meyvelerle karşılaştırıldığı zaman kalsiyum, bakır, magnezyum, potasyum ve kükürt bakımından birinci, enerji , pantotenik asit , riboflavin , tiamin ve piridoksin bakımından ikinci sırayı aldığı görülmektedir.
    İncir, içeriğindeki pektin nedeniyle , bağırsaklarda toksit maddelerin atılması , kandaki kolesterol düzeyinin düşürülmesi gibi yararları sağlamaktadır.
    Protein miktarı birçok kuru meyvenin iki katından daha fazladır.
    İçerdiği doğal asitler dolayısıyla doğal bir sakinleştirici özelliği bulunuyor.
    Besin değeri yüksek olan kuru incir, kolay sindirilebilen fruktoz glikoz içerir.

Terliyken de su içilir
SORU: "Terli terli su içilmez değiminde doğruluk payı var mıdır"

YANIT: Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim dalı öğretim üyesi Doç Dr Sinan Karaoğlu, terliyken su içilmemesi gerektiği düşüncesinin yanlış bir inanış olduğunu söylüyor.
Sıcak havalara bağlı olarak vücuttan çıkan ter, potasyum ve sodyum gibi vücuda faydalı mineralleri de beraberinde götürür. Ter ile birlikte sıvı kaybeden vücudun kalp ve damar sistemi zorlanır, bedenin iç ısısının güvenli bir seviyede korunması imkânsız hale gelir. Bu olumsuzluklar sıcak havalarda yapılan sportif faaliyetler de daha fazla ortaya çıkar. Vücuttaki sıvı kaybı fiziksel performansı negatif olarak etkiler. Sıcak havalarda yapılan sportif faaliyetler sırasında yaşanan sıvı kaybı, çabuk yorulma, kramp ve bacak ağrıları, sinirlilik ve mide bulantıları gibi sorunlara yol açar. Bu negatif etki sadece sporda değil, aktif yaşamda da gözle görülür performans düşüklüğü yaratır. Bu nedenle sıcak havalarda, özellikle de sportif aktiviteler sırasında bol sıvı alınmalıdır. Sıvı alınarak, daha fazla enerji, güç ve dayanıklılık, daha serin bir vucut, daha uzun ve yüksek performans, sonraki aktivite için vucudun daha çabuk toparlanması sağlanabilir.
TERLİYKEN DE SU İÇİN
Spor yaparken sıvı alınmaması ve terliyken su içilmemesi gerektiği düşüncesi, oldukça yanlış bir inanıştır. Spor öncesi sıvı alınmaması, spor sırasında çok susamaya yol açmakta, gereğinden çok su içme isteği doğmaktadır. Doğru sıvı alımı, az miktarlarda ancak sık sık içilerek yapılır. Eğer aldığınız sıvı serin olursa, içmek daha zevkli gelir. Vücut saatte 1 litre kadar suyu absorbe edebilir ki, bu miktar aşırı aktivitelerde kaybedilen sudan azdır. "Yani terli terli su içilmez" gibi bir mantık yanlıştır. Sıvı kaybının neden olduğu olumsuzlukların önüne geçilebilmesi için terliyken de su içilmelidir. Suyla beraber vücudun kaybettiği elektrolit ve enerjiyi de yerine koyacak türde maddelerin alımı çok daha faydalıdır. Bu amaçla bir miktar tuzlu ayran veya şekerli içecekler kullanılabileceği gibi, oranı ve miktarları bilimsel verilerle ayarlanmış çeşitli elektrolit tuzlar, şekerli ve vitamin katkılı özel sporcu içecekleri kullanmak daha da olumlu sonuç verir.Sıvı kaybı belirtileri yaşayan insanların faaliyetlerini durdurması, serin ve gölge bir yerde dinlenmesi, sıvı alması ve kıyafetlerini rahatlatması gerekir. Sıvı kaybına karşı üç kural unutulmamalıdır.
1. Terleme ile kaybedilenlerin geri kazanılabilmesi için spor öncesinde, esnasında ve sonrasında sıvı alınmalı.
2. Doğru sıvılar tercih edilmeli.
3. Sıvı almak spor yaparken izlenilmesi gereken temel bir sağlık ve emniyet kuralı olarak algılanmalı.

DoktorSitesi.com

18 Ağustos 2008 Pazartesi

Aytun Ciray

“Her bidat dalalettir, her dalalet de ateştedir”
Kandillerde bana SMS göndermeyin” başlıklı makalemde…
Peygamberimizin; “Din adına sonradan ihdas edilen her şey bid’attir. Her bidat dalalettir, her dalalet de ateştedir” diyen hadisinden yola çıkarak, dinimizi hurafelerle zorlaştırmamızı eleştirmiştim.
Allah’ın bize gönderdiği son kitabı Kur’an-ı Kerim’de tek satır dahi yer almayan “ünlü” bid’atları sıralamıştım o yazımda:
Kutlu Doğum Haftası.
Üçaylar.
Rebiülevvel’in 12. günü Mevlid kandili.
Receb’in ilk cuması: Regaib Kandili.
Receb’in 27. günü: Mi”rac Kandili.
Şaban’ın 15. günü: Berat Kandili gibi…
Son olarak da halk arasında Mevlid, Mevlit, Mevlüd, Mevlüt diye de adlandırılan…
Süleyman Çelebi tarafından yazılmış ve konusu Hz. Muhammed’i övmek olan bir şiirine sözü getirip sormuştum:
Şimdi bir araya gelip, okumanın, okutmanın ve hatta bazı “dindar” zenginler tarafından gösteriş vesilesi yapılmasının ibadetle ne alâkası var?
Hiç şüphesiz “Kadir Suresi”n de yer alan “Ramazan’ın 27. gecesi olan Kadir Gecesi’ni istisna ederek.
Sonra yine basiretim bağlandı, ya da kulların beni yanlış anlamasından korktum.
Ki ikisi de mazeret değildir- SMS şirketlerinin Hıristiyan ortaklarının servetine servet katmasına neden olan günah trafiğine tekrar katıldım.
Ama buraya kadar…
Üstelik artık Süleyman Ateş gibi beni destekleyen gelenekçi din alimleri de var:
“Ne Kur’ân’da ne de sünnette Miraç, Regaip ve Berat gecelerini kutlama diye bir şey yoktur. Bunları özel ibadetlerle kutlamak, büyük bilginler tarafından bid’at sayılmıştır.”(16.08.08/Vatan gazetesi)
İbadete gelince:
Allah hangi gün, hangi saat ibadetimize “olmaz” der ki…
Bütün zamanları o yaratmışken.
Hayal kurarken bile ona dua etmiyor muyuz?
(17 Ağustos 2008 Pazar) Yenigün Gazetesi

17 Ağustos 2008 Pazar

UMUT ÜLGER

Uzmanlar ayna karşısındaki bir insanın gerçek olmayan şeyleri de görebileceğini belirttiler
Ayna ayna söyleme bana
Bilim insanları her insanın kendine göre bir hayali görüntüsü olduğunu ve her gün aynaya baktığımızda her zaman günden güne daha farklı gözüktüğümüzü ifade ettiler. Liverpool Üniversitesinden Marca Bertamini , aynaların en iyi sanal gerçeklik sistemi olduğunu ve aynada aslında sanal bir görüntü oluştuğunu söylüyor.
Binlerce yıldır insanoğlunun gözlerini kamaştıran ayna ile ilgili yeni bir iddia ortaya atıldı.Uzmanlar, ayna karşısındaki bir insanın hem gerçekleri hem de gerçek olmayan şeyleri görebileceğini belirttiler. Davranış uzmanlarına göre , insanlar farkında olmadan aynaya bakarlar ve bilinçsizce kendilerini olduklarından daha güzel görürler. Bilim insanları her insanın kendine göre bir hayali görüntüsü olduğunu ve her gün aynaya baktığımızda her zaman günden güne daha farklı gözüktüğümüzü ifade ettiler. Örneğin sabah uyandığımızda farklı , işe giderken yada şık bir akşam yemeğine çıkarken ise daha farklı görünürüz. Aslında yüzümüzün şekli hep aynı kalır, sadece görünümü değişir. Liverpool Üniversitesinden Marca Bertamini , aynaların en iyi sanal gerçeklik sistemi olduğunu ve aynada aslında sanal bir görüntü oluştuğunu fakat gözlerimizin gördüğü görüntünün gerçek olduğunu söyledi. Aynalar çoğunlukla insanları duygusal ve fiziksel yönden olumlu bir şekilde etkiler. Deneyler aynalı bir ortamda çalışan insanların , aynasız ortamdakine göre çok daha verimli çalıştıklarını ortaya koyuyor. Ayrıca bilim insanları , insan beyninin dış dünyadan gelen duygusal bilgilerle nasıl etkilenerek tepki verdiğini ölçmede aynaları çok yararlı görüyorlar.

13 Ağustos 2008 Çarşamba

Umut ÜLGER

Gül'ün oğlu TED'den mescit istedi
Gazeteci yazar Fikret Bila'nın 13 Ağustos 2008 çarşamba tarihli Milliyet gazetesinde yayınlanan köşe yazısına göre Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün küçük oğlu Mehmet Emre Gül TED yönetiminden mescit açılması talebinde bulundu.
Cumhurbaşkanı’nın oğlu Mehmet Emre Gül, TED Koleji lise kısmında 11. sınıf öğrencisi. Bu konu Mehmet Emre Gül ile TED Lise Müdiresi Melike Toklucu arasında iki yıl önce gündeme gelmiş. Olay yeni değil. Ayrıca TED’de bir mescit açılması konusunda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül veya eşi Hayrünnisa Gül’ün bir talebi de söz konusu olmamış. Talep sadece Mehmet Emre Gül’e ait...
Bu arada Melike Toklucu TED lise müdireliği görevinden geçtiğimiz haziran ayında ayrıldı. Ayrılma kararı Melike Hoca’nın değil, vakıf yönetiminin kararı.
Mescit öyküsü
Olayın gelişimi şöyle:
TED, başarılı ilköğretim öğrencilerinin öğrenimlerini TED’de sürdürmelerini teşvik ediyor. Ortaokul son sınıf öğrencilerinden OKS’yi kazanarak başka liselere gitmek isteyenleri TED lisesine devam etmeleri için ikna etmeye çalışıyor. OKS’yi kazanan öğrencilerle lise yönetimi görüşmeler yapıyor ve okulda kalmalarını salık veriyor.Bu bağlamda Lise Müdiresi Melike Toklucu, iki yıl önce OKS’de iyi bir derece yapan Mehmet Emre Gül ile de iki kez görüşerek, TED Lisesi’ne devam etmesini salık veriyor. Mehmet Emre Gül ise puanı tuttuğu için Galataray Lisesi’ne gitme eğilimi gösteriyor. Hayrünnisa Hanım ise Ankara’da kalmasını istiyor ve Lise Müdiresi Melike Toklucu’ya bu tercihini ileterek Mehmet Emre’ye TED’de kalması için yardımcı olmasını istiyor.Lise Müdiresi Toklucu, Mehmet Emre’yi görüşmeye çağırıyor. Mehmet Emre ilk görüşmeye ağabeyi Ahmet’le geliyor. Melike Hoca, TED Lisesi’nin özelliklerini anlatıyor ve Mehmet Emre’ye TED’de devam etmesini ayrıca İngilizcenin yanında Fransızca ders seçmesinin de mümkün olduğunu izah ediyor.Mehmet Emre ve ağabeyi Ahmet ikna olmuş biçimde Melike Hoca’nın yanından ayrılıyorlar. Hayrünnisa Hanım da Melike Hoca’ya telefon ederek teşekkür ediyor. Ancak bir-iki gün sonra Mehmet Emre yeniden Melike Hoca’yla görüşüyor. Bazı sorular soruyor. Melike Hoca soruları yanıtlıyor. Mehmet Emre tam ikna olmuş durumda hocasına veda ederken, “Ben ikna oldum. Teşekkür ederim. Sizden bir ricam olabilir mi?” diyor.Melike Hoca, “Söyle” deyince, Mehmet Emre, “Acaba” diyor, “Bana okulda ibadetimi yerine getirebileceğim bir yer tahsis edebilir misiniz?”
Soru bu...
Melike Hoca ise tereddüt etmeden, bunun mümkün olamayacağını belirtiyor ve şöyle diyor:“Bu mümkün değil. Burası okul. Okulda böyle bir yer tahsis edemeyiz. Ayrıca senin okulda ibadet yapacak vaktin de olmaz. Okul programı yoğun. Eğer namaz kılmak için bir yer istiyorsan, bu eksikliği evde giderebilirsin, kazaları evde kılabilirsin ama okulda olmaz.”Bu konuşmadan sonra ne Hayrünnisa Hanım’dan ne Cumhurbaşkanı Gül’den bu konuyla ilgili bir talep geliyor. Sadece Hayrünnisa Hanım, Mehmet Emre’yi TED’de kalmaya ikna ettiği için Melike Hoca’ya teşekkür ediyor ve konu kapanıyor.Mehmet Emre’nin mescit talebinin öyküsü özetle böyle...
Edibe Sözen’in önerisi
AKP’li milletvekili Edibe Sözen ilköğretim okullarında ibadet yeri açılmasına ilişkin -sonradan geri çektiği- yasal düzenleme önerisi ile gündeme gelmişti.

8 Ağustos 2008 Cuma

Umut ÜLGER

Facebook'a solucan dadandı
Facebook'a solucanlar dadandı; yani virüsler... Tüm bilgisayarınızı ele geçiriyor. Bakın bu işlemi nasıl yapıyor?
Popüler güvenlik yazılımı şirketi Kaspersky, 2 yeni tehdidin varlığını açıkladı. Yeni virüslerin hedefinde Facebook hesabınız var. Networm.Win32.Koobface.a ve Networm.Win32.Koobface.b olarak bilinen trojan, Facebook ve Myspace hesabınızı ele geçiriyor ve yoluna devam ediyor. Bu tehlikenin kurbanı olan kişi, hiçbir şeyin farkında olmuyor.
NASIL ÇALIŞIYOR?
Facebook hesaplarına gözünü dikmiş olan Networm.Win32.Koobface.b, bir kez girdiği bilgisayardaki Facebook kullanıcılarının arkadaş listelerine mesajlar gönderiyor. Bu mesajlar, Paris Hilton gibi ünlülerin de aralarında bulunduğu magazin haberleri ile ilgili.
Mesaj içerisinde YouTube bağlantısı gibi görünen linke tıkladığınızda ise YouTube benzeri adresi olan bir Rus sitesine yönleniyorsunuz. Videonun olduğu sitede size "Flash Player’ın sürümünün eski olduğu ve güncellemek isteyip istemediğiniz”" soruluyor. Onay verirseniz, trojan’in içinde olduğu dosya indiriliyor ve kuruluyor. Böylece listeye yeni bir kurban daha eklenmiş oluyor ve sıra, bu kurbanın listesine geliyor.
Kaynak: ShiftDelete.Net

1 Ağustos 2008 Cuma

Bilim insanları "ilk kez suyuna dokunup tattık" ifadesini kullandı
NASA: Mars'ta su var
NASA'nın Mars'ta araştırmalarını sürdüren uzay aracı Phoenix , kızıl gezegende suyun mevcut olduğunu doğruladı. Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi NASA'dan yapılan açıklamada, Arizona Üniversitesinden bilim insanı William Boynton , Mars'ta su olduğunu söyledi. Boynton daha önce de Mars Odyssey aracıyla elde edilen gözlemlerin ve geçen ay Phoenix tarafından gözlenen kaybolan kütlelerin buz olduğuna ilişkin kanıtlar verdiğini belirterek "Ancak ilk kez Mars'ın suyuna dokunup tattık" ifadesiyle de elde edilen bulguların önemine vurgu yaptı. Bilim insanları, kimyasal testler Mars'ın kuzey kutbu yakınında buzun mevcut olduğunu doğruladı. Şimdiye kadar Mars'ta buz olduğuna ilişkin iddialar ikincil derecedendi. 25 Mayıs'ta Mars'a gönderilen Phoenix uzay aracı, gezegende su olup olmadığını saptayacak çalışmalar yürütüyor, numune topluyor, gezegenden aldığı görüntü ve verileri dünyaya gönderiyor. NASA , Phoenix'in Mars'taki görev süresini 2 ay daha uzattı.

Hikmet Çetinkaya



POLİTİKA GÜNLÜĞÜ
HİKMET ÇETİNKAYA
Devlet İçindeki Devlet


Bir trafik kazası


Kaza mı?.


Mercedes mi kamyona çarpmış , kamyon mu Mercedes'i uçuruma yuvarlamış?. Ne önemi var?.
Araba yüklü !. Polis müdürü mü istersin?. Mafya lideri mi istersin?. Aşiret reisi mi istersin?. Milletvekili mi istersin?. Yeraltı ilişkileri mi istersin?.
Devlet , Hükümet , Meclis , bürokrasi katılımı mı istersin?. Dış ilişkiler iç ilişkiler mi istersin?.
Hepsi bir mercedes'e sığınmışlar, sonra bir kamyonla kucaklaşıp teker teker uçuruma yuvarlanmışlar...


Gazetelerde başlıklar:


"Milletvekili, polis, mafya aynı otoda..."


Doğal değil mi?.


"Esrarengiz kaza!."
Yok canım, neresi esrarengiz?. Herşey açık seçik , ortalıkta sergileniyor.


"Garip ilişkiler"
Hiç de garip değil !
"Esrarengiz kaza" Türkiye'nin anatomisini yansıtan sıradan bir olay...
Ve şuraya yazıyorum:
Bu olayın soruşturmasından da kovuşturmasından da hiçbir şey çıkmayacak.
(pencere 5 Kasım 1996)




Diyarbakır cezaevinde çıkan son isyanda işkenceyle öldürülen on kişiye ne oldu?.
Hiç...


En tüyler ürpertici haber, artık kimsenin kılını kıpırdatmıyor, "devletin içine yuvalanmış çetenin varlığı gün ışığına çıktı; ama, Başbakan ortalıkta beşuş bir çehre ile dolaşıyor, Başbakan yardımcısı ise uçuk mu uçuk. Şaibe hanım interpolün kırmızı mumla aradığı, uyuşturucu sabıkalısı, katil zanlısı, adliye ve asker kaçağı Abdullah Çatlı'yı savunuyor. Oysa Çatlı gibilerin devlet adına güdülenmesinden sonra bu ülke terör batağına sürüklendi.


Cumhuriyetin kuruluşundan 1970'li yıllara değin Türkiye'de terör merör yoktu. 1968 yılında bütün dünyada olduğu gibi bizde de öğrenci eylemleri başladı; başlangıçta kimsenin burnu kanamıyordu. Öğrenciler üniversitede reform istiyorlardı, öğretimde hakça bir düzendi aradıkları !. Ancak başkentte birileri kapalı kapılar ardında dehşetengiz bir karar aldılar:
"Üniversite gençliği sola kayıyor, buna karşı önlem gerekiyor, iti kurda kırdırmak gerek..."
Devlet içinde yuvalanan karanlık odaklarda saptanan yönteme göre komünistlere karşı mücadelede "faili meçhul cinayetler" başladı.


30 öğrenci birbiri ardına öldürüldü. Katiller bulunamadı.
Tohum atılmıştı.
Üniversite gençliğinde silaha sarılma güdüsü bundan sonra gelişti. Solcu gençliğin ilk kurbanı Vedat Demircioğlu'dur. Ardından kanlı bir zincirin halkaları gibi öteki faili meçhul cinayetler yürürlüğe kondu. Her bir solcu öğrencinin öldürülmesinden sonra, gençler silaha sarılmaktan gayrı bir çare kalmadığına biraz daha inanıyorlardı. Meşum bir el bir kanlı planı uygulamaya koymuştu; devletin içindeki karanlık güçler, komünizmin kökünü devlet terörüyle kazıyacaklarına inanıyorlardı; yıllar boyunca ülkücü gençleri bu yolda kullandılar. Abdullah Çatlı bunlardan biridir.
"Devlet içindeki devlet" adıyla çeteleşen örgütü ortadan kaldırmayan Türkiye belini doğrultamaz; bu gidişle adımız insanlık dünyasında lanetle damgalanır.
(pencere 11 Aralık 1996)




Sevgili okur...
Yukarıda okuduğunuz yazı bildiğiniz gibi benim değil, İlhan Selçuk'un...
Hani 50 yıldır yazı yazdığı gazetesine bomba attığı öne sürülen İlhan Ağabey'in 12 yıl önce yazdığı iki yazısından bazı bölümler...
İlhan Selçuk 20 Ekim 2008'de Devlet içinde örgütlü çete kurmak suçlamasıyla yargılanacak...
Medyayı kuşatan ahmak soros'un çocukları ve tarikat şeyhlerinin müritleri bu yazıları okusun istedim !..
HİKMET ÇETİNKAYA
31 temmuz 2008 Perşembe (Cumhuriyet Gazetesi)

26 Temmuz 2008 Cumartesi


Vakit yazarı Üzmez'in 26 yıl hapsi isteniyor

Vakit Gazetesi yazarı 76 yaşındaki Hüseyin Üzmez hakkında, küçük yaştaki kıza ‘cinsel saldırıda bulunarak beden ve ruh sağlığının bozulmasına neden olduğu’ suçlamasıyla Ağır Ceza Mahkemesi'nde dava açıldı. Bursa E Tipi Cezaevi'nde 3 aydır tutuklu bulunan Hüseyin Üzmez, 26 yıla kadar hapis istemiyle yargılanacak.

Hüseyin Üzmez böyle gözaltına alınmıştı

Hüseyin Üzmez iddiaya göre bir süredir ilişkisi olan 36 yaşındaki L.Ç. adlı kadının 14 yaşındaki kızı B.Ç. ile evlenmeye kalkıştığı, İstanbul ve Mudanya'daki evinde defalarca cinsel saldırıda bulunduğu iddiasıyla geçen 25 Nisan günü Mudanya'da gözaltına alındı. Kendisine ‘komplo’ kurulduğunu ileri süren Hüseyin Üzmez, sorgusunda B.Ç. ile evlenmeyi düşündüğü, o nedenle birlikte olduğunu söyledi. Mudanya Sulh Ceza Mahkemesi 26 Nisan günü Hüseyin Üzmez ile suça yardımcı olduğu gerekçesiyle B.Ç.'nin annesi L.Ç.'yi tutukladı.
Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı, 3 aydır Bursa E Tipi Cezaevi'nde yaşlılar koğuşunda tutuklu bulunan Hüseyin Üzmez ile suç ortağı L.Ç. hakkında soruşturmayı tamamlayıp iddianameyi hazırladı. Bursa Ağır Ceza Mahkemesi'nde açılan davanın duruşmalarına önümüzdeki günlerde başlanacak.

İDDİANAĞMEDE NELER VAR?.

Cumhuriyet Savcısı Ahmet Palalı’nın hazırladıyıp Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderdiği 6 sayfalık iddianamede Hüseyin Üzmez'in, kendisinden 62 yaş küçük B.Ç.'ye ‘Beden ve ruh sağlığını bozacak şekilde zincirleme cinsel saldırı suçunu işlediği’ vurulandı. B.Ç.'nin annesi L.Ç.'nin de Hüseyin Üzmez'le ilişkisi olduğu, kızının da bu kişiyle birlikte olmasına göz yumduğu kaydedildi.
İddanamede telefon kayıtlarından birinde Hüseyin Üzmez, kızın annesi L.Ç.’yi arayıp B.Ç.'yi soruyor. Annesi hasta olduğunu söyleyince Üzmez ‘İnşallah aybaşı hali değildir’ diyerek B.Ç.'yi alıp onunla şöyle konuşuyor: “Kan adet halinde misin? Bugün gelecektim, hasta olduğuna göre niye geleyim oraya kadar. Hastasın kızım seni derde sokmak istemiyorum hele iyileş de öbür hafta bir şey ederiz. Yine sizi çağırırım, Mudanya'ya götürürüm. İyi olsaydın bugün gelecektim işte bir gece kalırdık, ondan sonra sizi gönderir ben de dönerdim. İyi ayarlamıştım ama hastalık girdi araya. İnşallah gelecek hafta sonu olur. Tezgahları kuruyoruz. Az kaldı 1-2 ay sonra baban orada işe başlayacak. Ben de yakınım zaten. Gece gündüz beraber oluruz.”
TACİZ , İSTANBUL'DA BAŞLAMIŞ

Hüseyin Üzmez'in geçen kış hasta olduğunu söyleyerek L.Ç. ve kızı B.Ç.'yi İstanbul'daki evine çağırdığı ve ilk tacizin burada başladığı kaydedildi. İddianamede B.Ç.'nin bu olayı anlatması şöyle yer aldı: “Hüseyin Üzmez banka kartını annesine vererek para çekmeye gönderdiğini, sonra kendisinin yanına gelip nasihatta bulunacağını söyleyerek, daha önce yaşı küçük bir kızla bazı cinsel konular yaşadığını söyleyerek bu kızı sapıkların elinden kurtardığını söyleyip kendisine yaklaşarak elini omuzlarından göğüslerinin arasına atıp göğüslerini okşadığını, bu durumu İstanbul'dan dönerken annesine söylediğini, onun Mudanya'da kendilerine ev tutacağını, rahata kavuşacaklarını, sabır göstermesini istediğini...”
İddianamede Hüseyin Üzmez'in yakalandığı gün B.Ç.'ye yaptığı taciz de küçük kızın anlatımıyla şöyle yer aldı:“Anesinin, Hüseyin Üzmez'in banka kartını alarak para çekeceğini söyleyip evden ayrıldığını, Hüseyin Üzmez'in namaz kılmak için evde kaldığını, başı ağırdığı için dinlenirken daldığı sırada Hüseyin Üzmez'in gelip yüzünü battaniye ile örterek eteğini ve iç çamaşırını çıkarıp cinsel organını elleyerek öptüğünü, ancak organ sokmak suretiyle aralarında cinsel birleşme olmadığını, daha sonra Hüseyin Üzmez'in banyoya gidip apdest aldığını...”
ANNEYE SUÇ ORTAĞI

İddianemede Hüseyin Üzmez'in suç ortağı olmakla suçlanan annesi L.Ç.'nin ifadesine de yer verildi. Olay günü Hüseyin Üzmez ile kızı B,Ç. arasında yaşananları bilmediğini ileri süren L.Ç.'nin para karşılığı erkeklerle birlikte olduğunu söylediği belirtilen idianamede şöyle denildi: “Hüseyin Üzmez ile yaşadığı birlikteliklerde erkekliğinin uyanmadığını bilmesi nedeniyle bu şahsın kızı ile birlikte kalıp sadece sevip okşamasına ve kendini tatmin etmesine bir nevi göz yumduğunu...”

Vakit Yazarı Hüseyin Üzmez, 14 yaşındaki bir kıza cinsel tacize bulunduğu iddiasıyla Türkiye'nin gündemine oturdu. İki oğlunun annesinden boşanıp 2003'te 52 yaş küçük bir kadınla evlenen Vakit yazarı Hüseyin Üzmez'in aslında bir 'aşk adamı' olduğu ortaya çıktı. Çünkü Üzmez, bu evliliğinden birkaç yıl önce de yine kendinden epey küçük bir kıza aşık oldu. Hatta bu aşkı kitaplaştırdı ve baş kahramanı da kendisi oldu.


22 Mayıs 2008 Perşembe

ÇEŞME -SAKIZ ADASI SEFERLERİ 26 MAYIS ' TA BAŞLIYOR

Türkiye'den Yunanistan'a yeni ticaret yolu açılıyor. Çeşme Limanından Sakız Adasına 26 Mayısta başlayacak feribot seferleriyle TIR gibi büyük ticari araçlar Yunanistan ve adalarına ulaşacak. "Chios" adlı gemi ile yapılacak seferlerin tanıtımı, önceki akşam Çeşme'de gerçekleştirildi. Seferleri gerçekleştirecek olan firmanın adı Ege Birlik Taşımacılık Limited Şirketi. Şirket yetkilisi Metin Akdurak, İzmir'den Atina'ya bir seferin gidiş geliş yaklaşık 2 bin 6oo km olduğunu , Chios gemisinin bu mesafeyi büyük oranda azaltacağını belirtti. Geminin 190 yolcunun yanı sıra, 6 TIR'la 10-20 küçük araç yada TIR olmaksızın 4o-50 küçük araç kapasiteli olduğu belirtildi. Chios, ilk seferine 26 Mayıs akşamı saat 18.00'da çıkacak.

20 Mayıs 2008 Salı

Oktay Akbal


EVET HAYIR

OKTAY AKBAL

İlhan Selçuk : "Olmak yada Olmamak


"Sosyal devlet... Anayasa mahkemesi... Yüksek Hâkimler kurulu... İdarenin bütün karar ve işlemlerine yargı yolunun açık olduğu ilkesi... Üniversitelerin özerkliği... Radyo ve televizyonların tarafsızlığı... Sendikal haklar... Grev hakkı... Toplusözleşme düzeni... Yargı bağımsızlığı... Toplantı ve gösteri yürüyüş hakkı... Tabii yargıç ilkesi.. Sosyal güvenlik hakkı... Ücrette eşitlik ilkesi..."

27 Mayıs 1961 Anayasası'nın , Türk ulusuna sunduğu temel ilkeler... Bir bir ele alın; hangisi kaldı, hangisi uygulanıyor yada uygulanmak isteniyor.. hiç biri !..


Sevgili İlhan Selçuk'un yeni baskısı yapılan "İskele - Sancak" adlı kitabından aldım yukarıda sıraladıklarımı...
"Türkiye'de bugünkü rejim 1961 Anayasası'nın gerisindedir. 27 Mayıs'tan bu yana kaç yıl geçti?. Batı'da "temsili demokrasi" aşıldı, "katılımcı demokrasi'ye geçildi, biz uygarlığın ardında nal topluyoruz?"

İlhan Selçuk sanki bu yazıyı yıllar önce değil de, bugünlerde yazmış ! Görüyorsunuz boşuna zaman öldürüyoruz. Gelip geçen liderler demokrasi lafı edip Atatürk 'ün önerdiği halktan, uygarlıktan, hukuktan yana gerçek bir demokrasiyi bir yana itiyorlar. Hepsinin amacı, önce kendileri, yakınları, kişisel egemenliklerini bir süre daha sürdürebilmek hesapları...


"Düşünüyorum öyleyse vurun" demişti bir kitabında... Etiyle kemiğiyle yaşadığı bir süreçti. Köşklerde, hapislerde, tutuklanmalarda, kırk yaşından seksen yaşına kadar halkın mutluluğu, biliçlenmesi, gerçekleri görmesi, kısacası akıllanması adına verdiği savaşım...
İlhan Selçuk sekseninden sonra da yüklendiği görevi sürdürüyor, en genç yaşından bu yana büyük bir aydınlığı varlığıyla, yazılarıyla yaşıyor, çevresine de, yaşatıyor !


"Türkiye'de sol, demokrasiyi kurtarmak ve faşizmi engellemek için birleşmek zorundadır. Laiklik düşmanlarına karşı durabilmek için birleşmek zorundadır. Şeriat tehlikesine karşı birleşmek zorundadır. Emeğin hakkını koruyabilmek için birleşmek zorundadır".
İlhan Selçuk, çözülmesi gereken sorunu iki sözcükle özetlemiş:
"Olmak ya da olmamak !.."

12 Mayıs 2008 Pazartesi

Umut ÜLGER


Nüfusu 70 milyon olan Türkiye'de 11 milyon kişi aç yaşıyor

53 milyon yoksul


Ankara Ticaret odası'nın (ATO) açlık ve yoksulluk araştırması Türkiye'de 4 kişiden 3'ünün yoksul olduğunu ortaya çıkardı. Araştırmaya göre Türkiye'de her 7 kişiden 1'ide açlık sınırının altında yaşam mücadelesi veriyor. İstatistiki hesaplama yöntemi değişikliği bile yaşanan "acı gerçeği" gizlemeye yetmedi. Kişi başına gelir 9 bin doları geçti ama bu rötuşlu gelir, Türkiye'deki yaklaşık 3 milyon ailenin açlığına, 13 milyon ailenin de yoksulluğuna çare olamadı.
ATO Başkanı Sinan Aygün, hükümeti hedef alarak, kömür dağıtılmasıyla, milyonlarca aileye gıda yardımı yapılmasıyla övünülen bir ülkede resmi istatistiklerin hiçbir inandırıcılığının bulunmadığını belirtti. Aygün, "Hesaplama sistemlerinde değişiklik yaparak kişi başına geliri 9 bin doların üzerine çıkarmak, ülkedeki aç ve yoksul insan sayısının azalmasında etkili olmuyor. Türkiyede'ki 52 milyon 300 bin insan açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşıyor" dedi.


Dört kişiden üçü yoksul


Ankara Ticaret odası'nın (ATO) yaptığı açlık ve yoksulluk araştırmasında Türkiye nüfusunun %74.1'i yoksulluk sınırının, 15.4'ü ise açlık sınırının altında yaşadığı ortaya çıktı. ATO araştırmasına göre, Türkiye'de 52 milyon 278 bin 252 kişi yoksulluk sınırının altında, 10 milyon 871 bin 672 kişi ise açlık sınırının altında yaşıyor.Türk- İş'in 2007 yılı için aylık olarak hesapladığı açlık ve yoksulluk sınırının ortalaması dikkate alınarak yapılan hesaplamaya göre, açlık sınırının yıllık ortalaması 664.6 YTL, yoksulluk sınırı 2 bin 91.5 YTL olarak gerçekleşirken araştırmada, 2007 yılında Türkiye'deki ortalama hane geliri ise aylık 1.602 YTL olarak tahmin edildi. Araştırmada elde edilen bazı sonuçlar şöyle:
Gelirden en az pay alan birinci %5'lik dilimdeki ailelerin aylık ortalama geliri 251 YTL'de, ikinci %5'lik dilimdeki ailelerin geliri 450 YTL'de ve üçüncü dilimdekilerin ortalama geliri ise 571 YTL'de kaldı.Söz konusu ilk üç dilimim ortalama aylık geliri 664.6 YTL olan açlık sınırını geçemedi.
Toplam 2 milyon 595 bin aile 2007'de açlık sınırının altında bir gelirle yaşamını sürdürmek zorunda kaldı. Bu ailelerdeki nüfussa 10 milyon 872 bin kişi olarak tahmin edildi. Buna göre, Türkiyede'ki ailelerin %15'inin, nüfusun da %15.4'ünün açlık sınırının altında gelire sahip olduğu görüldü.
Gelir dağılımında 1-15'inci yüzde 5'lik dilimlerde yer alan 12 milyon 973 bin aile, ayda 2 bin 91.5 YTL olarak belirlenen 2007 yılı ortalama yoksulluk sınırının altında gelir elde etti. Yoksulluk sınırının altında gelir elde eden ailelerde ise nüfusun %74.1'ini meydana getiren 52 milyon 278 bin kişinin yaşadığı tahmin edildi.
Türkiye'deki ailelerin sadece %20'sinin aylık ortalama hane geliri 2 bin 91.5 YTL olan yoksulluk sınırının üzerine çıktı.


Yoksul annelere maaş önerisi


İktisatçı Mustafa Sönmez'in danışmanlığında Türkiye Genç İşadamları Konfederasyonu (TÜGİK) in hazırladığı "Doğu ve Güneydoğu Raporu" nda, bölgede bulunan 1 milyon yoksul ailedeki annelere merkezi bütçeden askeri ücretin yarısı kadar mutak maaşı bağlanması önerisi yapıldı. Raporda "Kaynak girişi , bölgede talebi arttırarak diğer ekonomik sektörlere de canlılık kazandıracaktır. Kaynak transferi yoksullukla mücadelede sonuç vermiştir" denildi.

11 Mayıs 2008 Pazar

6 Mayıs 1972 günü saat 00.30'da sivil emniyet görevlilerince evimden alınarak Ankara Ulucanlar Merkez Cezaevine götürüldüm



Deniz'leri savunmaktan yargılandım



Deniz Gezmiş'in avukatı


Halit ÇELENK Deniz'leri Anlatıyor











Deniz beni ve Mükerrem'i görünce bizleri görmekten memnun olduğunu belli edercesine gülümsedi ve bize "Hoş Geldiniz" dedi. Masanın üzerinde bir Samsun paketi vardı. Deniz bir görevlinin ağzına verdiği uçlu bir sigarayı içiyordu. Baktığımızı görünce "iki gün öncesine dek birinci içiyorduk. İki günden beri sonucu bildiğimizden , hiç olmazsa iki gün uçlu sigara içelim dedik" dedi ve ekledi: "Geldiğinize sevindim. Ölüme nasıl gittiğimizi gözlerinizle görüp yarın ki kuşaklara doğru anlatmanızı istedik. Daha önce de söylemiştim. Bizleri Cebeci mezarlığında Taylan'ın yanına gömün.




Son Arzuları Birbirlerine Sarılmaktı...



İnfaz savcısı "Deniz, kendini nasıl hissediyorsun" diye sordu. Deniz başını ona doğru kaldırdı ve gülerek , "Çok mutluyum ve rahatım" dedi. Savcı yine "Avukatlarına bir şey söyleyecek misin" diye sordu. Deniz , "Söyleyeceklerimi söyledim" diye yanıtladı. İnfaz savcısı ile birlikte Deniz'in yanından ayrılıp bitişik odaya Yusuf'un yanına gittik. Bu odada da birkaç albay ve gardiyanlar vardı ve Yusuf'da Deniz gibi arkadan kelepçeli , ayaklarında prangalar , bir sandalyede oturmaktaydı. İki yanında ikişer gardiyan , omuzlarından tutuyorlardı. Yusuf da bize hoş geldiniz dedi ve o her zaman ki rahat ve sakin haliyle "Bu saatte bizim için sizler de yoruldunuz , bizim için çok çalıştınız , hepsi için çok teşekkür ederiz" diye ekledi. Sonra eşi Hacettepe Hastanesinde doktor olan avukat Mükerrem Erdoğan'a kardeşinin tedavisi için yardımcı olmasını rica etti. Tekrar ikimize dönerek babasının sağlık durumunu ve infazlardan haberi olup olmadığını sordu.Çok sakin ve her zaman yaptığı gibi gülümseyerek konuşuyordu bizimle.
Bir arzusu olup olmadığını sorduğumuzda ise Deniz'i görmek istediğini söyledi. İnfaz savcısı Sami Uğur bu talebi reddetti. Buna karşın biz kendisine idam hükümlülerinin son arzularını yerine getirmenin bir gelenek olduğunu ve bunda da hiçbir sakınca olmadığını , üç hükümlünün birbirleriyle görüştürülmeleri gerektiğini söyledik. Ve sonra Hüseyin'le görüşmeye gittik. Bu esnada koridorda bir albay yanımıza geldi ve "imamı ve dini merasimi reddettiler , Müslüman değillermiş" dedi. Albayı "Bu onların bileceği iş" diye yanıtladım. Hüseyin'in de arkadaşları gibi elleri arkadan kelepçeliydi ve ayağında prangalar , iki gardiyan sağ ve sol omuzlarından tutmaktaydılar. Kapıda iki albay duruyordu. Hüseyin de arkadaşları gibi bizi görünce gülümseyerek "Hoş Geldiniz"dedi. Daha sonra "Çok teşekkür ederim" diye ekledi ve babasının Ankara'da olup olmadığını ve infaz hakkında bilgisinin olup olmadığını sordu. "İnanıyoruz ki bu mücadele bizimle bitmeyecektir" dedi. İnfaz savcısı ona da "Avukatlarına söyleyeceğin bir şey var mı" diye sordu. O ise "Son sözümü sehpada söyleyeceğim" diye yanıtladı savcıyı. Odadan çıktık ve koridorda ağlamaklı duran imamla karşılaştıktan sonra tekrar Deniz'in bulunduğu odaya girdik. Deniz babasına son mektubunu yazdırmaktaydı. Daha sonra infaz savcılığı üç gencin birbirleri ile son kez görüşmesine izin verdi ve Yusuf ve Hüseyin teker teker Deniz'in bulunduğu odaya götürüldüler ve son kez kucaklaştılar.
Bu görüşmelerden sonra Deniz'i ayağa kaldırıp ceplerini boşalttılar. Deniz'in cebinden 11.50 TL çıktı. İnfaz savcısı Deniz'e mahkeme kararını okudu ve bir diyeceği olup olmadığını sordu. Deniz , kararın kendisine ait olduğunu ve bir diyeceği olmadığını söyledi. İnfaz savcısı , odaya gelen iki sivil doktora Deniz'in infaza engel bir hastalığı olup olmadığını sordu ; onlar da uzaktan Deniz'e bakarak olmadığını söylediler. Savcı şuurunun yerinde olup olmadığını sordu. "Yerinde" diye yanıtladılar soruyu.
Savcı ve doktor aralarında bunları konuşurken Deniz onlara bakıp gülümsüyodu. Sonra beyaz ölüm gömleğini Deniz'in başından geçiriyorlar. Uzun uğraşlardan sonra ayağındaki prangalar çözüldü ve Deniz ayağındaki bağları çözük postallarını bize göstererek "Postallarımın bağlarını bağlamaya bile vakit bulamadan apar topar buraya getirdiler bizi" dedi. Görevli postalları bağladı. Deniz ayağa kalktı ve "Allahaısmarladık , cezaevindeki tüm devrimcilere selam , onları benim yerime tek tek öpün" diyerek metin adımlarla avluya doğru yürüdü.




Sehpaya doğru



Sehpaya gelindiğinde elleri bağlı olduğundan gardiyanın yardımı ile masaya çıktı. Masanın üzerindeki tabureye kendi çıkmak ve ilmiği boğazına geçirmek istedi ama iki katlı ve dar olan ilmik buna izin vermedi. Gardiyan çift ilmiği genişletip Deniz'in boynuna taktı. Ve Deniz gür sesiyle şu sözleri söyledi:


"Yaşasın tam bağımsız Türkiye , yaşasın Marksizm Leninizmin yüce ideolojisi , yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi ! Kahrolsun emperyalizm ! Yaşasın işçiler ve köylüler !
İnfaz savcısı son kelimelerde "Çek ! Çek ! " diye bağırıyor cellada. Deniz Gezmiş kendi taburesini tekmelemeye çalışırken cellat arkadan tabureye vurdu ama boyu uzun olan Deniz'in ayakları masaya deymekte. Savcı "Masayı da çek"
diye haykırdı. Masayı da çektiler.. Saat 01.25 . Deniz uzun beyaz gömleği içinde ipte ağır ağır dönmekte... İnfazın yapıldığı avlu subaylarla dolu... Ortada bir karakavak... Merkez Komutanı Tevfik Türing kısık gözleri ve anlamsız bakışlarıyla , Ali Elverdi ise ağzında sigara , donuk ve duygusuz bir bakışla infazı izliyorlardı...



İpte 15 dakika... Deniz'in nabzı atıyordu...



İdamdan 10 dakika sonra doktorlar Deniz'e yaklaştılar ve nabzını yokladılar ve hâlâ nabzının attığını söylediler. İçimiz burkuldu ama hiçbir şey yapamamanın acısı yüreğimizi yaktı. Bu gecikmenin ipe çift ilmik atılmasından doğduğunu ve bunun bir işgence olduğunu , ilmiğin teke indirilmesini söyledik. Bu konuşmaları duyan doktor , "Üzülmeyin , sandalye çekilip düşme meydana gelince boyun kırılır , beyinle bağlantı kesilir ve artık acı duymaz" dedi. İnfaz savcısı kelepçelerin çözülmesini emretti. 15 dakika sonraki doktor kontrolünde nabzın hâlâ attığı anlaşıldı. Saat 02.15' e dek beklendi (50 dakika) ve son bir muayeneden sonra Deniz ipten indirildi.






Biz başgardiyanın odasına alınan Yusuf'un yanına döndük. Yusuf da babasına ve köy halkıyla akrabalarına bir mektup yazmıştı. Mektupları infaz savcısı aldı. Yusuf Aslan kıvanç dolu bir sesle Deniz'in sesini duyduğunu söyledi ve karşısında oturan ve emniyet birinci şube müdürü olduğu anlaşılan bir kişiye işkencelere hâlâ devam edip etmediklerini ve çocuğu olup olmadığını sordu. İnfaz savcısı doktorları çağırıp Yusuf'un bir hastalığı olup olmadığını sordu ve sonra kararı okuyarak bir diyeceği olup olmadığını sordu. "Yok" diyen Yusuf'un da deniz gibi cepleri arandı ve cebinden 17.25 TL çıktı. Beyaz ölüm gömleği giydirilen Yusuf'u odadan çıkarıp götürdüler. Yusuf sehpanın altında şunları söyledi: "Ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için şerefimle bir defa ölüyorum. Sizler , bizi asanlar , şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz ! Biz halkımızın hizmetindeyiz. Sizler Amerika'nın hizmetindesiniz. Yaşasın devrimciler !.. Kahrolsun faşizm !"...
infaz savcısı bağırıyor "Çek ! Çek !" ... Ve infaz sona erdi...



"Babama ayakkabısı cezaevinde kaldı deyin"


Üçüncü kez başgardiyanın odasına gittik ve Hüseyin İnan Odaya getirildi. Hüseyin bize ayağındaki spor ayakkabıları göstererek "Babam yarın ayağımdaki bu ayakkabıları görünce , oğlumun doğru dürüst bir ayakkabısı yokmuş diye üzülecek. Ayakkabımı bile giymeden apar topar buraya getirdiler... Ona ayakkabılarımın cezaevinde kaldığını söyleyin..." dedikten sonra babasına yazdığı mektubu savcıya verdi. Savcı doktorlara alışılagelmiş soruyu tekrarladı ve Hüseyin'e kararı okuduktan sonra beyaz idam gömleğini giydirdiler. Hüseyin'in cebinden 21.95 TL çıktı. Avluya doğru yürürken gülerek bize döndü ve "hadi eyvallah ! Şekibe ablaya selam" diye seslendi.
Tabureye çıkmadan masanın üzerinde yüksek sesle şunları söyledi:

"Ben şahsi hiçbir çıkar gözetmeden halkımın mutluluğu ve bağımsızlığı için savaştım. Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım. Bundan sonra bu bayrağı Türk halkına emanet ediyorum. Yaşasın işçiler ve köylüler ve yaşasın devrimciler ! Kahrolsun faşizm !" İnfazı kendi yaptı.

Bu infazdan sonra biz müdürün odasına çıktık. Burada savcı bize idamların ertelenmesi için yaptığımız başvurunun Askeri Yargıtayca reddedildiğini gösteren yazıyı okudu.
Deniz Gezmiş , Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ı asan askeri savcının adı, Baki Tuğ. İdamlar 6 Mayıs 1972 günü yapıldı. Savcı yaptıklarından hiç pişman değil , Kenan Evren'in asmasaydık da beslesemiydik sözüne gönderme yaparcasına; Biz o gençleri asmasaydık şimdi ülkemizin başına bela olurlardı. Ülkenin huzuru için üç genci feda ettik, hiç pişman değilim diyor.






9 Mayıs 2008 Cuma

İranlı gazeteci Pervin Ardalan, ülkesinde yaşananları örnek göstererek Türk halkını uyardı


"Türbana karşı uyanık olun"

Türbanın ülkesinde nasıl yaygınlaştığını anlatan İranlı gazeteci Pervin Ardalan, "Türkiye'de türban serbestliğini ancak laiklikten ödün verilmeyecekse desteklerim. Ülkelerimiz bu demokratik olgunluğa erişmeli. Yine de gözünüz açık olsun" dedi.

Ardalan, ülkesinde kadına karşı ayrımcılıkla mücadele etmek için başlattığı "1 milyon imza kampanyası" ile 75 bin dolarlık Olof Palme Barış Ödülü'ne layık görüldü. Gazeteci, İsveçte'ki törene gitmek için bindiği uçaktan indirildi ve "toplum düzenini bozma" suçundan 2 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 3 yıl içerisinde bu suçu tekrar ederse, ertelenen cezasını çekmek için hapse girecek olan Ardalan, "Mücadeleme devam edeceğim" diyor. NTVMSNBC'ye konuşan Ardalan,

Türkiye'de türbandan bahsedilecekse "ideoloji" nin dikkate alınması gerektiğini vurguladı. "ideoloji, yavaş yavaş her şeyi kontrol altına alır" diyen Ardalan şöyle devam etti.

"İran'daki devrim İslam devrimi olduğu kadar, kadın haklarına karşı bir devrimdir ve siyasidir. Vücudumuzun bir parçası açık görüldüğünde günah sayılıyor. Fakat yasak, durumun palazlanmasına yol açıyor ve daha fazla kadın SEKSİ görünmek istiyor.

Bize önce "İster takın ister takmayın serbesti var" dediler. Fakat önce devlet dairelerine ve sonra kamusal alanın her noktasına bunu yaydılar. Türkiye'de bununla ilgili gözü açık davranmalısınız.

2007 Olof Palme ödülü, İranlı gazeteci ve kadın hakları savunucusu Perven Ardalan´a verildi.

5 Mayıs 2008 Pazartesi

İlhan Selçuk'a basın özgürlüğü ödülü


İlhan Selçuk'a plaket


"3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü" nedeniyle Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) , Türkiye Yazarlar Sendikası (TYS) ile İletişim Araştırmaları Derneğinin (İLAD) düzenlediği kutlama töreninde Cumhuriyet Gazetesi imtiyaz sahibi ve Başyazarı İLHAN SELÇUK'a "basın özgürlüğü ve düşünce özgürlüğüne emek verenler" plaketi verildi. Halen hastanede tedavi gören Selçuk'a iletilmek üzere ödülü TYS yönetim kurulu üyesi Öner Ciravoğlu'nun elinden Cumhuriyet Gazetesi kültür servisi şefi Egemen Berköz ve Miyase İlknur aldılar. Ödülü alırken "İlhan Ağabeyin selamlarını getirdim" diye konuşan İlknur, "Özel konuşmaları dinlenen Cumhuriyet gazetesi çalışanlarının iletişim özgürlüğü bile baskı altındadır. 1 Mayıs'ta muhabirlerimizin başına gelen de ilk değildir"dedi.

Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş yerleşkesindeki törende tiyatro sanatçısı Genco Erkal'a SİVAS'93 oyunu nedeniyle Düşünce Özgürlüğüne Emek Verenler plaketi sunuldu. Ancak TYS'nin Erkal'a vereceği "onur üyesi" kimliği , polisin 1 Mayıs günü TYS Genel sekreteri Tevfik Taş'ın çantasını tahrip etmesi nedeniyle verilemedi.

1 Mayıs 2008 Perşembe

KALP SAĞLIĞI


Diyelim ki, mesai saati bitti ve siz de akşam 18:30 civarında, alışılmadık derecede zorlu bir iş gününün ardından (tabii ki tek başınıza) arabanıza binip evin yolunu tuttunuz.
Çok yorgunsunuz ve canınız da
fena halde sıkkın.
MÜTHİŞ GERGİN VE SİNİRLİ BİR HALDESİNİZ…
Birdenbire göğsünüzde,
kolunuza ve çenenize doğru yayılmaya başlayan
korkunç bir ağrı
hissediyorsunuz.
En yakın hastaneye sadece on dakikalık mesafedesiniz ama hastaneye ulaşmayı başarıp başaramayacağınızdan bile emin değilsiniz.
NE YAPACAKSINIZ???
İLK YARDIM KURSLARINA KATILACAK KADAR AKLI BAŞINDA BİRİYDİNİZ AMA KURSTAKİ EĞİTMEN, SİZİN BAŞINIZA BİR ŞEY GELDİĞİNDE NE YAPACAĞINIZI ÖĞRETMEDİ!!!
YALNIZ BAŞINIZAYKEN KALP KRİZİ GEÇİRİRSENİZ NASIL HAYATTA KALIRSINIZ?
PEK ÇOK İNSAN KALP KRİZİ GEÇİRDİĞİ SIRADA TEK BAŞINA OLUYOR; ETRAFTA YARDIM EDECEK KİMSE BULUNMUYOR. KALP ATIŞLARI DÜZENSİZLEŞEN VE KENDİSİNİ BAYILACAKMIŞ GİBİ HİSSEDEN BİRİNİN
BİLİNCİNİ YİTİRMEDEN ÖNCE
YALNIZCA 10 SANİYE KADAR ZAMANI VARDIR.
BU DURUMDA NE YAPMANIZ GEREKİR?
CEVAP:
PANİĞE KAPILMADAN ÜST ÜSTE KUVVETLİCE ÖKSÜRMEYE BAŞLAYIN.
ÖKSÜRMEDEN ÖNCE HER SEFERİNDE DERİN BİR NEFES ALIN; ÖKSÜRÜKLERİNİZ GÜÇLÜ OLSUN, DERİNDEN GELSİN VE UZUN SÜRSÜN, TIPKI GÖĞSÜNÜZDE BİRİKMİŞ BALGAMI ATMAYA ÇALIŞIR GİBİ ÖKSÜRÜN.
HER İKİ SANİYEDE BİR DERİN NEFES ALIP ÖKSÜRÜN VE BUNU YA YARDIM GELENE DEK YA DA KALP ATIŞLARINIZ TEKRAR NORMALE DÖNENE DEK SÜREKLİ YAPIN.
  • DERİN NEFES ALMAK CİĞERLERİ OKSİJENLE DOLDURUR.
  • ÖKSÜRMEK KALBE TAZYİK YAPAR VE KAN DOLAŞIMINI RAHATLATIR.
  • KALBE UYGULANAN BU TAZYİK, KALBİN NORMAL RİTMİNE DÖNMESİNİ KOLAYLAŞTIRIR.

BÜTÜN BUNLAR SİZE, BİLİNCİNİZİ KAYBETMEDEN ÖNCE HASTANEYE YETİŞECEK ZAMANI TANIR.
ARTICLE PUBLISHED ON N.º 240 OF JOURNAL OF GENERAL HOSPITAL ROCHESTER

BU KONUDA MÜMKÜN OLDUĞUNCA ÇOK KİŞİYİ BİLGİLENDİRİN.
BU BİLGİ SAYISIZ İNSANIN HAYATINI KURTARABİLİR!!!
ASLA, “BENİM BAŞIMA GELMEZ!” DİYE DÜŞÜNMEYİN.
HAYAT TARZIMIZIN EPEYCE DEĞİŞTİĞİ ŞU SON YILLARDA ARTIK HER YAŞTA İNSAN
KALP KRİZİ GEÇİRİYOR.

29 Nisan 2008 Salı

SAĞLIĞIMIZLA OYNADILAR

Coca Cola nın Son Oyunu:
TURKUAZ Gerçeği:

Dün gece eve dönerken su almak üzere markete uğradım. " Görevliye şöyle sordum : 1,5 lt su var mı?. Ama Turkuaz dışında lütfen" Turkuaz çıktığından beri bu şekilde su alıyordum artık. Para verip kötü su içmeye hiç niyetim yok... Marketteki adamın dediklerini aynen aktarıyorum: Abi ben o sudan satmıyorum. İnan ki gelen müşterinin onda dokuzu senin söylediğin şeyi söylüyor" Peki neden halen daha satıyorlar diye sordum. Abi turkuaz suyu, marketlere bedava veriliyor. Satarsan kâra geçiyorsun, satmazsan öylece duruyor. Ama ben satmıyorum, çünkü alan yok". Uzun söze gerek yok; hiçkimse almazsa, hiç kimseye satamazlar... Lütfen okuyun, okutun! Bir şeye dikkatinizi çekmek istiyorum.Türkiye'de bazı şişeli İçme suları doğal kaynak suyu değil. Doğal kaynak sularında devlete para ödemeniz gerekiyor, artı bu tesislerin yatırım maliyeti çok yüksek. Dolayısıyla, mesela COCA COLA ne yaptı? Uludağ’da kaynak suyu araştırmalarında maliyetleri yüksek bulduğu için BURSA/KESTEL deki C.Cola fabrikasında, derin kuyu pompalarıyla ovanın suyunu çekerek bunu da tersosmos'dan geçirip filtre ederek hem Coca Cola meşrubatını hem de TURKUAZ’I şişelemeye başladı.TURKUAZ'ın etiketinin üst ve altındaki Kahverengi şeritlere dikkat edin... SOFRA İÇECEĞİ yazar... Devlet, C.Cola'nın uyanıklığını kanuna uydurmak ve uyanıklığa yapılacak itirazları bertaraf etmek için böyle bir kural çıkardı... Binlerce dönümlük tarım arazisinin bulunduğu ve Coca Cola hariç hiç bir işletmeye Derin Kuyu Pompası çakma İZNİ VERİLMEYEN Kestel ovasında, yeraltından çekilen su, filtre edilip daha sonra içine bazı mineraller katıldıktan sonra Türkiye'nin en ücra kasabalarında bile satılıyor ve lıkır lıkır içiliyor. Bazı yazlık kasaba ve köylerde neredeyse TURKUAZ harici içme suyu bulamazsınız. Çünkü dağıtım ağı çok güçlü... Bayilere baskı bile olduğu yolunda duyumlar aldım. Turkuaz içmeye devam edecekseniz, unutmayın... Yapay bir Su İçiyorsunuz. Duyarlı bir vatandaş olarak konuya dikkatinizi çekerim. Her tarafı doğal kaynak sularıyla dolu memlekette, millete kuyu suyunu zorla ve de üstüne para alarak içiriyorlar. İçmeyin arkadaşlar!
Y.Doç.Dr. Cemalettin CAMCI
Fırat Üniversitesi Genel Cerrahi AD Elazığ-Türkiye

27 Nisan 2008 Pazar

Hüseyin Üzmez




77 yaşındaki Hüseyin Üzmez, 14 yaşındaki bir kıza tecavüz ettiği iddiasıyla cezaevinde
Vakit yazarı tutuklandı
Anadolu'da vakit gazetesi yazarı Hüseyin Üzmez, önceki gece yarısı Mudanya'da düzenlenen operasyonda 14 yaşındaki B.Ç adlı kız çocuğu ile cinsel ilişkiye girdiği iddiasıyla gözaltına alındı. Üzmez çıkarıldığı mahkeme tarafından tutuklandı. B.Ç'nin annesi L.Ç'de cinsel istismara yardım ve kızını zorladığı gerekçesiyle cezaevine kondu.
" Şeriatçı olmakla " gurur duyduğunu söyleyen Üzmez, 5 yıl önce de kendisinden 50 yaş küçük Ayşe Yılmaz'la evlenmişti. Üzmez'in adı, lise öğrencisiyken 22 Kasım 1952'de dönemin Vatan Gazetesi Sahibi ve Başyazarı Ahmet Emin Yalman'ı "Allah düşmanı" diyerek 6 el ateş edip ağır yaralamasıyla duyulmuştu. Üzmez, bu olaydan sonra yakalanınca 10 yıl hapis yattı.
B.Ç'nin ailesinin Hüseyin Üzmez'in Mudana'daki yazlığında temizlik işlerinde çalıştığı öğrenildi. Üzmez'in B.Ç'nin annesi L.Ç'ye "Kızını imam nikâhıma alacağım" diyerek B.Ç ile ilişkiye girdiği iddia edildi.
Polisin operasyonu B.Ç'nin babasının şikâyetiyle başlattığı bildirildi. Adliyeye sevk edilen Üzmez ve L.Ç tutuklandı. Üzmez, adliyeden ayrılırken gazetecilerin sorularını "sizinle daha sonra hesaplaşacağım" diyerek yanıtladı. B.Ç devlet koruması altına alındı. Hüseyin Üzmez, 5 yıl önce de kendisinden 50 yaş küçük Ayşe Yılmaz'la evlenmişti ve bu evliliğe Hafızlık yapan Yılmaz'ın ailesi karşı çıkmıştı. Baba Mustafa Yılmaz evlilik haberlerinin gazetelerde çıkmasının ardından, evliliğe razı olduklarını öne sürerek " Peygamber Efendimiz de Ayşe Anamız 9 yaşındayken evlenmişti. Kızımın evlenmesine ilk zamanlar karşıydım ama sonradan normal karşıladım" demişti. Hüseyin Üzmez'in, 72 yaşındayken evlendiği 22 yaşındaki Ayşe Yılmaz'a İstanbul'dan bir ev ve o dönemde son model bir araba aldığı iddia edilmişti.
Bir üniversiteli kızla yaşadığı aşkı anlattığı "can pazarı" adlı bir romanı bulunan Hüseyin Üzmez'in, adı Aczmendi tarikatı lideri Müslüm Gündüz'ün Fadime Şahin ile basıldığı evin sahibi olarak da gündeme gelmiş, Üzmez, "Ben o evi Müslümanlara tahsis etmiştim" demişti.
Tecavüz ettiği öne sürülen kızın annesiyle de ilişkiye girdiği iddia edildi.
Üzmez özel koğuşa alındı
Küçük yaştaki kız çocuğuna cinsel istismarda bulunduğu gerekçesiyle tutuklanan Vakit gazetesi yazarı Hüseyin Üzmez’in, tacizde bulunduğu iddia edilen B.Ç’nin annesi L.Ç. ile de ilişkisi olduğu iddia edildi. Üzmez’in yaptıklarına seyirci kalarak cinsel istismarı teşvik ettiği iddiasıyla tutuklanan anne L.Ç’nin, “Üzmez, benimle de ilişkiye girdi” şeklinde ifade verdiği öğrenildi.
Üzmez’in L.Ç. ile telefonda cinsel içerikli konuşmalar yaptıktan sonra telefona B.Ç’yi istediği ve küçük kızla da aynı şekilde konuştuğu iddia edildi. Üzmez, susma hakkını kullanarak ifade vermezken 14 yaşındaki B.Ç’nin Üzmez’in kendisine yaptıklarının tümünü gözyaşları içinde anlattığı, anne L.Ç’nin de Üzmez’in kendisiyle de ilişkiye girdiğini anlattığı ifade edildi.
Üzmez’in B.Ç’nin ailesiyle birkaç yıldır tanıştığı, küçük kızın babasının Üzmez’in B.Ç’ye yaptığı cinsel istismarı öğrendikten sonra polise başvurduğu ve yaklaşık iki aydır da eşi L.Ç’den ayrı yaşadığı öne sürüldü. L.Ç’nin gözaltına alınmadan kısa bir süre önce Üzmez’in banka kartını kullanarak 350 YTL çektiği tespit edilirken Üzmez’in, anne ve kızına Bursa’ya bağlı Mudanya’daki yazlığının yanında ev tutmak üzere olduğu, son buluşmalarında bu ayrıntıyı konuştukları belirtildi.
10 yıldan daha etkili oldu
Daha önce gazeteci Ahmet Emin Yalman’a suikast düzenlediği için 10 yıl cezaevinde yatan Üzmez’in cezaevindeki yetkililere, Daha önce 10 yıl hapis yattım. Ama bu olaydan sonraki ilk gece bana 10 yıldan daha fazla geldi” dediği belirtildi.
İnegöl Şükrü Naili ilköğretim okulu 8. Sınıf öğrencisi B.Ç. devlet denetimindeki kız yurtlarından birinde koruma altına alınırken uzmanların raporlarına göre, Bursa dışındaki bir yurda gönderilerek tedavisinin orada sürdürüleceği açıklandı. Uzmanlar, B.Ç’nin yaşadığı travmayı uzun süre atlatamayacağını ifade ettiler.

21 Nisan 2008 Pazartesi

Umut ÜLGER

UZMANLAR UYARIYOR
KÖR OLABİLİRSİNİZ
Gözünüzü güneşten mutlaka koruyun.
Uzun süreler güneş ışığına maruz kalmak katarakt rahatsızlığının erken dönemde gelişimine neden olabilir. Güneşe çıplak gözle uzun süre bakıldığında retinanın merkezinde yanık oluşur. Bu soruna güneş tutulmasını çıplak gözle izleyenlerde de rastlanmaktadır. Bu noktada güneş gözlüğü büyük önem kazanıyor. Çünkü gözlük, güneşin zararlı etkilerini filtre ederek hem kataraktı hem de makula hastalığını önler. Bu etkiyi de ancak kaliteli güneş gözlüğü sağlayabiliyor. Eğer adi, yanlış güneş gözlüğü kullanırsanız gözdeki bu hastalıkların riskini arttırırsınız. Yaz aylarında deniz, havuz ve güneşin etkisi ultra viyole ışınları gözümüze daha çok yansır. İşin ilginç yanı bulutlu havalarda bile ultra viyole ışınları ve güneş gözümüze zarar verebiliyor.
Gözlük nasıl olmalı?
Güneş gözlüğünüz mutlaka ultra viyole filtreli (UV) olmalı. Kullandığınız gözlüğün filtreli olup olmadığını belirten sağlık bakanlığı sertifikası bulunmalı. Güneş gözlüğü göz çevresini örterek yüze oturmalı.

Camlar koyu renkli ve her yerde aynı renkte olmalı. Numaralı gözlük kullananlar güneş gözlüğü almadan önce mutlaka göz hekimine danışmalı.

16 Nisan 2008 Çarşamba

Umut ÜLGER

Bankalar 93 ayrı hizmet ücreti ve komisyon alıyor
Ankara Ticaret Odası (ATO) Türkiye'deki bankaların hizmet ücretlerini araştırdı.
ATO'nun, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BBDK) ile bankalardan derlediği bilgilere göre, Türkiye'de faaliyette bulunan 50 banka 93 ayrı isim altında hizmet ücreti ve komisyon alıyor.
Kamu ve özel sektör bankaları, hizmet ve komisyonlardan 2005 yılında 5 milyar dolar, 2006 yılında 5,8 milyar dolar gelir elde etti. 2007 yılında ise 7,9 milyar dolara yükselen hizmet ve komisyon gelirleri 2006 yılına oranla yüzde 36,34, 2005 yılına oranla da yüzde 57,91 oranında arttı. Bankacılık hizmet ve komisyon gelirleri, bankaların faizlerden sonra en büyük gelir kalemleri oldu.
Bankalar işletme giderlerinin ise yüzde 63,34'ünü bankacılık hizmet ve komisyon gelirleriyle karşıladı. 2006 yılında, bankaların hizmet ve komisyon gelirleriyle işletme giderlerinin yüzde 62'si karşılanırken, 2005 yılında yüzde 56,09'u karşılanmıştı.
Araştırmaya göre bankalar, hizmetleri karşılığında değişen miktarlarda ücret talep ediyor. Bazı bankalar bazı hizmetleri için para almazken, bazı bankaların talep ettikleri ücretler vatandaşları şaşırtıyor. Pek çok banka hesap açmak için ücret alırken, hesap açık olduğu süre içinde de hesap işletim ücreti alıyor.
Bankaların gelir elde ettikleri hizmetler arasında yer alan havale ücretleri vatandaşlara adeta havale geçirtiyor. Havale işlemlerinde ücret, isme veya hesaba, şehir içi ve şehir dışına gönderilmesine ve gönderilen miktara göre değişiyor.
Bir bankadan çek almak isteyen müşterinin, çek yaprağına göre 20-115 YTL arasında değişen miktarlarda ödeme yapması gerekiyor. Bankadan çekin karşılığı olup olmadığının sorulması da ücrete tabi. 15 Şubat 2008 itibariyle 72,5 milyar YTL'ye ulaşan tüketici kredilerinden alınan komisyonlar da bankalara önemli miktarda gelir sağlıyor.
Bankalar kredi kartı ücret ve komisyonlarından da gelir elde ediyor. Türkiye'de 2007 sonu itibariyle 37 milyon 335 bin 179 kredi kartı, 55 milyon 510 bin 92 de banka kartı bulunuyor. Bankaların bazıları banka kartı ve kredi kartlarını ilk verişte ücret talep etmezken, bazıları 5 YTL para alıyor. Kredi kartı yıllık üyelik ücretleri ise 30 YTL ile 55 YTL arasında değişiyor. Ek kredi kartı sahiplerinden ise 15 YTL ile 25 YTL arasında yıllık üyelik ücreti alınıyor.
Şubelerdeki yoğunluğu azaltarak müşterileri ATM ve internet hizmetlerine yönlendirmeye çalışan bankalar, ATM'den işlem yapanın da, internet üzerinden ''tık''layanın da hesabından para kesiyor. ATO Başkanı Sinan Aygün, bankaların, bankacılık hizmet ücreti ve komisyon adı altında vatandaştan talep edilen ücretlerin insaf ölçüleriyle bağdaşmaz nitelikte olduğunu ve konuyla ilgili çok sayıda şikayet aldıklarını bildirdi.
Facebook'ta hacklenmeniz an meselesi
Facebook, MySpace gibi sitelerin güvenlik açıklarını keşfeden hackerlar 'casus' programlarını buralardan göndererek kullanıcıların banka hesaplarını ele geçiriyor.
Yeni Şafak'ın haberine göre, hackerlar milyonlarca internet kullanıcılarının 'güvenli' bildiği Facebook, MySpace, MSN gibi sosyal paylaşım sitelerini saldırıları için üs olarak kullanıyor. Symantec tarafından her altı ayda bir yayınlanan Internet Güvenliği Tehdit Raporu, internet korsanlarının sosyal paylaşım sitelerini 'casus' programlarını kullanıcılara göndermek için kullandığını ortaya koydu. Milyonlarca internet sunucusundan toplanan veriler ve hacker iletişimlerinin izlenmesi sonucu ortaya çıkan verilerle hazırlanan rapora göre, artık internet kullanıcıları, zararlı siteleri ziyaret ettiklerinde karşı karşıya kaldıkları tehlikelerle, resmi sitelerde karşılaşıyor. Hackerlar, ev ve kurumsal bilgisayarlara saldırmak için yasal siteler üzerinden 'casus' programlarını göndererek amaçlarına ulaşıyorlar. Araştırma saldırganların en çok, sosyal ağ oluşturma siteleri (My Space, Facebook) gibi son kullanıcılar tarafından en çok güven duyulan siteleri üs olarak seçtiğini gösteriyor.

Saldırganlar, bu sitelerin güvenlik açıklarından faydalanarak kullanıcıları tuzağa düşürüyor. En çok banka hesap bilgilerinin peşine düşen hackerlar, Sosyal paylaşım siteleri üzerinden kişisel bilgilere ulaşarak 10 dolar karşılığında milyon dolarlık hesapları ele geçiriyorlar.

Yorumlar
Hiçbir hacker direk Facebook,MSN gibi sistemler üzerinden hack,hijack yada nuke Tarzı Bir İşlem Yapamaz.Tamamen Kullanıcıların Yetersiz Bilgisi Yüzünden Yaptıkları İşlemler Sonucu Dolaylı Yollardan Hack`lenilebilirler Kısacası Bilmedikleri Her İşlemi Onaylıyorlar Tabi Buda İngilizce Yetersizliğinden Kaynaklanıyor.Internet Kullanıcılarına Sesleniyorum,Kafanıza Göre Tıklamayın Şu Mouse`a,Bilmediğiniz İşlemleri Yapmayın!Kullancılar Kendileri İzin Veriyor Erişimlere!Bir Programcı Olarak Size Nacizane Bir Öneri Olsun Bu..

15 Nisan 2008 Salı

Umut ÜLGER

ARAÇLARDA YAKIT EKONOMİSİ
Yakıt ekonomisi konusunda uzman ünlü sürücü çift Helen ve John Taylor, standart donanımlı turbo dizel motorlu Jeep Compass ve Jeep Patriot ile Londra’dan Berlin’e bir depodan daha az yakıt kullanarak seyahat etti.
1059 km.den oluşan Londra-Berlin seyahatini ortalama 100 km. hızla normal yol koşullarında, 2 kişi ve bagajlarıyla gerçekleştiren ünlü çift, 4lt.’den biraz daha fazla bir yakıt tüketimiyle büyük bir rekor kırdılar. Seyahatin başlangıç noktasında depoları mühürlenen Jeep’lerin kat ettikleri 1124,1km. Yol ise, noter tarafından da onaylandı.
Taylor ikilisi, daha az yakıt kullanarak daha fazla nasıl yol alınabileceğinin püf noktalarını anlattı.
İşte yakıt tasarrufu yapmanın püf noktaları:
Sarsıntısız sürüş yapın Agresif sürüşte, ölçülü sürüşle karşılaştırıldığında üç kata kadar daha fazla yakıt kullanılabilir. Çok sert gaz ya da fren uygulaması yapmaktan sakınınız ve direksiyon kullanımının mümkün olduğunca akıcı olmasını sağlayınız.
Aracı Yüksek Viteslerde Kullanın Vites ne kadar yüksek olursa motor hızı da o kadar düşük olur. Bu yakıt verimliliğini arttırabilir, bu nedenle motoru aşırı düşük devirde (rpm değerinde) çalışmasına sebep olmadan uygun olan en yüksek vitesi kullanınız. Otomatik vitesli araçlar, araba yeterli momentumu (hızlanmayı) gerçekleştirdiği zaman sürücü gaz pedalını hafifçe bırakırsa vitesler arasında daha çabuk ve daha akıcı bir şekilde geçiş yapabilir.
Motorun Ayarını ve Bakımını Yapın İyi ayar yapılmış bir motor yakıt tasarrufunu yüzde dört oranına kadar geliştirebilir. Yağı değiştiriniz ve bakım konusunda her zaman üreticinin tavsiyelerini uygulayınız.
Tekerleklerin Doğru Basınç Değerlerinde Kalmasını SağlayınDoğru olarak şişirilmiş tekerlekler daha güvenlidir ve uzun ömürlüdür ve ayrıca aracın hareketini sağlamak için gereken enerji miktarını da azaltır. 69 milibar (bir psi) değerinin tam altında şişirilmiş bir tekerlek yakıt verimliliğini yüzde üçe kadar düşürebilir.
Aşırı Ağırlık Taşımamaya Çalışın Bir aracın içinde taşınan ekstra her 45 kilogram (100 libre) için yakıt verimliliği yüzde iki oranında düşebilir, bu nedenle bagajda ve arka koltukta araçta yalnızca ağırlık yapan gereksiz herhangi bir eşya bırakmayınız.

Umut ÜLGER


İlhan Selçuk ( 1925)
11 Mart 1925'te İzmir'de doğdu. Babası Albay Kasım Selçuk, annesi ev hanımı Hikmet Selçuk. İlk ve orta öğrenimini babasının subay olması nedeniyle Anadolu'nun değişik il ve ilçe merkezlerinde yaptı.1945 yılında girdiği İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni 1950 yılında bitirdikten sonra avukatlık stajını tamamlayarak, 1950-1952 yılları arasında bir süre avukatlık yaptı. Yine 1952'de kardeşi Turhan Selçuk'la birlikte 41 Buçuk adlı haftalık mizah dergisini yayımladı.
ilk yazıları 1952 yılında 41 buçuk isimli mizah dergisinde çıkmıştı. 1953 yılında Turhan Selçuk'la Dolmuş'u yayımladı. 1958 yılında Karikatür, 1959'da Aziz Nesin'le birlikte Taş-Karikatür dergilerinin yayımcıları arasında bulundu. Askerlik sonrası Akşam, Tanin, Vatan gazetelerinde yazarlık yaptıktan sonra 1962'de Doğan Avcıoğlu, Mümtaz Soysal, İlhami Soysal ve Cemal Reşit Eyüboğlu ile birlikte Yön dergisini çıkardı. Nadir Nadi'nin isteği üzerine aynı yıl Cumhuriyet gazetesine geçti. 12 Mart Muhtırası'ndan sonra yazdığı “Hoş Geldin Tanzimat Kafası” başlıklı yazısından dolayı tutuklandı. Cumhuriyet gazetesi de kapatıldı. Aklanmasının ardından, 19 Ekim 1972'de tekrar gözaltına alındı ve “Ziverbey Köşkü”nde işkence gördü. 1973-1991 yılları arasında aralıksız sürdürdüğü yazarlığına, Cumhuriyet gazetesi içindeki bir bunalım nedeniyle bir süre ara verdi. 1992 yılında okurların boykotuyla geri dönen Selçuk, bu tarihten itibaren yazar ve yönetici olarak Cumhuriyet'tedir. Halen, Cumhuriyet'in Yayın Kurulu Başkanı ve Cumhuriyet Vakfı adına İmtiyaz Sahibi'dir. 1962'den bu yana kimi araların dışında “Pencere” köşesi hep açık kalan İlhan Selçuk'un yayımlanan kitapları şunlardır: Güzel Amerikalı (1965), Uzak Komşu Rusya'dan (1967), Mustafa Kemal'in Saati (1969), Yeni Krallar Yeni Soytarılar (1974), Sovyetler, İran, Amerika İzlenimleri (1976), Yüzbaşı Selahattin'in Romanı (2 cilt, 1973-1975, Cumhuriyet Kitapları'nda 14. baskıda), Atatürkçülüğün Alfabesi (1981), Ağlamak ve Gülmek (1982, Cumhuriyet Kitapları'nda 12. baskıda), Düşünüyorum Öyleyse Vurun (1984, Cumhuriyet Kitapları'nda 27. baskıda), Görülmüştür (1986, Cumhuriyet Kitapları'nda 9. baskıda), Ziverbey Köşkü (1987, Cumhuriyet Kitapları'nda 15. baskıda), Japon Gülü (1989, Cumhuriyet Kitapları'nda 9. baskıda), Duvarın Üstündeki Tilki (1994, Cumhuriyet Kitapları'nda 5. baskıda), İskele Sancak (1996, Cumhuriyet Kitapları'nda 4. baskıda), Enel Hakk'ın Hakkı (2005, Cumhuriyet Kitapları'nda 4. baskıda). 1963 yılında çalışmaya başladığı Cumhuriyet gazetesinde fıkra (makale) yazarlığını sürdürüyor.


Cumhuriyet gazetesinde Pazartesi hariç, haftanın 6 günü yayımlanan Pencere köşesini yazan İlhan Selçuk, Karikatürist Turhan Selçuk'un ve grafik sanatçısı Mengü Ertel'in eşi olan Ülfet Ertel'in kardeşidir.
ESERLERİ

İlk iki kitabı gittiği yerler üzerine bir incelemedir: Güzel Amerikalı (1976), Uzak Komşu Rusya’dan Gezi Notları (1967).Mustafa Kemal’in Saati (1969)’nde belgesel yazılarını derledi, bir de roman yayınladı: Yüzbaşı Selahattin’in Romanı (iki cilt, 1973/75). Yeni kitapları: Sovyetler, İran, Amerika İzlenimleri (1976), Yeni Krallar, Yeni Soytarılar (1976), Ağlamak ve Gülmek (1982), Düşünüyorum Öyleyse Vurun (1984), Görülmüştür (1986), Ziverbey Köşkü (anı, 1987), Japon Gülü (1988).


Yüzbaşı Selahattin'in Romanı

1. Kitap İlhan Selçuk Çağdaş Yayınları Yüzbaşı Selahattin'in Romanı 2. Kitap İlhan Selçuk

Çağdaş Yayınlar Ziverbey Köşkü İlhan Selçuk Çağdaş Yayınları


İlhan Selçuk, "Ziverbey Köşkü"nde geçirdiği işkenceli sorgulama günleri üzerine açıklamalar yapmayı hiç düşünmüyordu. Neden düşünmediğini, daha pek çok Ziverbey Köşkü olaylarını ve yazılı olarak verdiği ifadelere yerleştirdiği mesajlı akrostişlerini bu kitabında bulacaksınız. Erenköy işkence merkezinin "ilişki ağı" konusundaki bir soruya yanıtı şöyle İlhan Selçuk'un: "Erenköy Köşkü Sunay-Tağmaç-Türün cuntasının işkence merkeziydi. 12 Mart yapısı içinde özel bir yeri vardı. Çünkü 1. Ordu'nun bulunduğu İstanbul bölgesinde Faik Türün, kendi yetkilerini kullanarak özel operasyonlar yaptırabiliyordu. Basın da İstanbul'da olduğuna göre, burada yaşandı birçok şey. İnsanlar tutuklanmaya, gözaltına alınmaya, kovuşturulmaya başlandı, davalar birbirini izledi. Bu karmaşa içinde aydınlık olan şudur: 12 Mart döneminde Erenköy'de, Ziverbey'de Zihni Paşa Köşkü diye anılan (ya da Ziverbey Köşkü) yerde Faik Türün ve Memduh Ünlütürk buyruğunda bir işkence merkezi kurulmuştur. Bu işkence merkezinde de birçok aydın tezgâhtan geçirilmiştir."


Enel Hakk'ın Hakkı - Cumhuriyet gazetesinde çıkmış, Alevi-Sünni konularında yazılmış çarpıcı yazıları içermektedir. Bazı Bektaşi Fıkraları ile okuyucu eğlenerek bilgilendiriliyor. İskele Sancak adlı kitabı ise (Sağ – sol – şeriat)

HAKKINDA YAZILANLAR

1.Aydınlanma Bilgesi İlhan Selçuk

yazar: Alpay Kabacalı Çınar Yayınları / Araştırma – Eleştirme Dizisi



İlhan Selçuk Cumhuriyet Gazetesi'ndeki Pencere adlı köşesinde kalp ameliyatını olacağını duyurdu. Selçuk’un köşe yazısı, “İkisine de eyvallah” adını taşıyor. Selçuk’un yazısı şöyle:

Arabayla asfalt yolda giderken birden karşına bir levha çıkar:“Yol kapalı.” Bozulursun.. Ama yapacağın bir şey de yoktur. Bugün pazar!.. Pazartesi günü yürekten ameliyat olacağız, söylenenlere bakılırsa epey gıllıgışlı bir operasyonmuş, nalları havaya dikersek bozulmayalım, olur böyle şeyler... Son haftalarda “nalları havaya dikmek” deyişini çok kullanmaya başladım. Benim hoşuma gidiyor; kimisi sevimsiz buluyor; ama, Türkçe mizahın başyapıtlarından biri... İnsanlarla hayvanlar arasında eşitlik de sağlıyor... Bektaşi’ye demişler ki: - Nalları havaya dikenin nesine bakarsın? - Sırtına.. demiş.. - Nasıl? - Ya eyeri vardır, ya semeri... Baba Erenler sınıfsallığı son nefeste bile unutmuyor, aşkolsun... Gerçekte “nalları havaya dikmek” eğlencelidir, matraktır; ama, bizim temel felsefede böyle şey yok.. Ne var? Ne olacak: Enelhak... Hiçbir din felsefesinin erişemediği bir öz... Varlığın, evrenin, ruhun, maddenin, yerin, göğün, yaratanın, yaratılanın özdeşleştiği buluşmanın, birleşmenin, birliğin, tümleşmenin, eriyip kaynaşmanın dile daha yetkin ve güzel yansımasını düşünmek bile olanaksız... Ortalıkta ne nal var.. Ne semer.. Ne eyer.. Neyin ne olduğunu bilen bilir, kimsenin kimseye malumatfuruşluk yapmaya hali yok, ayvayı bu dünyada yediğin zaman her şeyi anlarsın, edebiyata gerek yok... Erenlere sormuşlar: - Allah neden ölmüyor?.. Yanıt: - Onun Allah’ı yok da ondan... Eskiden Adana’da kafası kızan, Allah’a söverdi... Ama bu Allah, kişinin öfkelenip bozulduğu keratanın Allah’ıydı:
- Ulan, senin Allah’ını, peygamberini, kitabını, cüdamını, yedi sülaleni, yetmiş yedi ceddini, vesaire... Cevap: - Ulan, ben de aynen seninkini... Sonra?.. Ya bıçaklar oynaşır.. Ya ayırırlar.. Şimdi kaldı mı bilmem, böyle öfkeler... Dur bakalım, şimdiden merak etmeye başladım.. yarın hekim takımı beni kesip biçecek, kolay iş değil, delip dikecek, ya da ben cahil kafamla öyle sanıyorum; peki ne olacak, gözümüzü tekrar açacak mıyız, yoksa ayvayı yiyecek miyiz?.. Biliyorum şimdi kimisi diyor ki: - Aman canım, merak ettiğin şeye bak.. deli saçması... Doğrudur... Yaşamak nedir ki zaten?.. Fasa fiso... Yaşamak nedir mi?.. Bir sabah kalktın, sevdiğin kadının gözünün altında derin bir çizgi gördün.. O da gördü mü?.. Görmez olur mu?.. Ya da henüz aynaya bakmadı.. Soru: - Yaşlanıyor muyum?.. Sen görmezlikten geldin diyelim, o düşünüyor, dupduru ten nasıl böyle oldu?.. Nasıl olmasın ki, yaşıyorsunuz. Kim bilir, belki gözü de teni de daha güzelleşti. Ama şartlanmış bir kez.. Şartlanmışsınız. Çizgilerin, yaşlılığın insana güzellik verdiğini kişinin kültürüne aşılayan estetik kültürüne erişmek için, insanların daha ne kadar yaşamalarına gerek var? 100 yıl, 1000 yıl? İlkellik daha ne kadar sürecek? Sürse de alt gözkapağının altındaki bir yeni çizginin insanı bu denli düşündürüp oyalaması, işte insanın gözeneklerine dek yaşamasıdır... Yaşamak güzel şey Taranta Babu... Dünyanın bugünkü kepaze haline insan bozuluyor, bir yanda açlıktan ölen çocuklar, yoksullar, bir yanda sayılamayacak kadar çok kadın köleler... Öyle kadın köleler ki köleliklerinin bilincinde bile değiller... Ve bu kadınlar saraylarda yaşıyorlar... Dünya böyle kalmaz... Biz de böyle kalmayız... Hem kim kalmış ki canım.. Kim kalır ki... Çok ermiş gelmiş geçmiş bu dünyadan... Biri, 13. yüzyıl şairi Âşık Paşa ... Der ki: “Acı dirliğim isteyen Tatlı dirilsin dünyaya Kim ölümüm ister ise Bin yıl ömür olsun ona” Yine de tekerlemeye geliyorum: Nalları dikmezsem.. Daha görüşürüz... Dikersem, her ne kadar kusurumuz da olsa, affola... İkisine de eyvallah...”13.04.2008
İlhan Selçuk’un ameliyatı başarılı geçti
Kalp spazmı ve zatürree nedeniyle hastanede tedavi gören Cumhuriyet gazetesi başyazarı İlhan Selçuk'a 6 saat süren başarılı bir ameliyatla by pass yapıldı Kalp kapakçığı ve damarları değiştirilen Selçuk yoğun bakıma alındı Kalp spazmı ve zatürree teşhisiyle kaldırıldığı Vehbi Koç Vakfı (VKV) Amerikan Hastanesi’nde 16 gündür tedavi gören Cumhuriyet gazetesi başyazarı ve İmtiyaz Sahibi İlhan Selçuk, dün sabah saat 08.00’de ameliyata alındı. Saat 16.50’ye kadar süren başarılı bir ameliyatla Selçuk’un kalp kapakçığı ile tıkalı damarları değiştirildi. Selçuk, daha sonra yoğun bakım servisine kaldırıldı. İlhan Selçuk, 21 Mart’ta Ergenekon soruşturması kapsamında Ergenekon Terör Örgütü’nün fikri lideri sıfatıyla 45 saat sorgulanmış ve sonrasında serbest bırakılmıştı.
İlhan Selçuk’un ilk gecesi durağan
Cumhuriyet Gazetesi Başyazarı İlhan Selçuk’un dün geçirdiği kalp ameliyatının ardından ilk gecesini yaşamsal fonksiyonları yönünden durağan geçirdiği bildirildi.
Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi’nden yapılan yazılı açıklamada, “İlhan Selçuk, ameliyat sonrası ilk gecesini yaşamsal fonksiyonları yönünden stabil geçirmiş, beklenmedik bir gelişme olmamıştır. Gelişmeler basınla yazılı olarak paylaşılmaya devam edilecektir” denildi.