27 Ocak 2009 Salı
İki otomotiv devi arasındaki ön anlaşmayla Fiat, ABD kapısını aralamak isterken, Chrysler de bir an önce daha az yakıt tüketen çevreci motorlara sahip otomobiller üretmenin peşinde
KRİZDEN fırsat doğdu. İtalyan otomotiv üreticisi Fiat, ABD'li Chrysler ve şirketin ana hissedarı Cerberus Found ile stratejik ortaklık anlaşması imzaladı. İki grup arasında imzalanan ön anlaşmanın, en geç nisan ayına kadar resmiyet kazanması hedefleniyor. Bağlayıcı olmayan ön mutakabat anlaşması, Fiat'ın başlangıçta Chrysler'e yüzde 35 ortaklığını öngörüyor. Anlaşma, Fiat'a daha sonra hisse oranını yüzde 55'e kadar yükseltme hakkı da tanıyor. Ortaklık için nakit yatırım yapmayacak olan Fiat, Chrysler'e yeni pazarların kapısını açarken maliyet düşürücü teknoloji olanakları da sunacak. İki firmanın birbirlerinin üretim tesislerinden yararlanmalarını da içeren anlaşmayla Fiat ve Alfa Romeo modelleri için ABD kapısı açılırken, Chrysler de küçük hacimli yüksek performans motorlara yatırım yapmadan sahip olacak. ABD'de Fiat ve Alfa Romeo modelleri halen satılmıyor. Fiat daha önce GM ile ortaklığı denemiş ama daha sonra iki devin yolları ayrılmıştı. Fiat ile GM ortaklığında GM, o dönem zor durumdaki Fiat'ın yüzde 35 hissesine sahip olmuş ama ayrılık sırasında 2 milyar euro tazminat ödemek zorunda kalmıştı. Fiat, geliştirme çalışmaları yürüttüğü 4x4 SUV modellerinde de Chrysler'in birikiminden yararlanabilecek. Chrysler bünyesinde Dodge ve Jeep markaları da bulunuyor. Zordaki Chrysler'in Fiat ile iyi bir anlaşma gerçekleştirdiğini, parasız gerçekleşecek hisse değişiminin karşılığının ise Fiat'ın son yıllarda geliştirdiği küçük hacimli yüksek performanslı motorların ve bunların kullanıldığı araçların platformlarıyla ödeneceğini belirtiyorlar. Fiat Baaşkanı Sergio Marchione, aralık ayında zordaki otomotiv şirketlerine verilen parasal Hükümet desteğine karşı çıkmıştı. Fiat'ın yakın dönemde GM'den sonra ikinci ABD'li şirket ile ortaklığının nereye varacağı üzerine yorumlar yapılıyor. Chrysler gibi büyük otomobiller üretmekte uzmanlaşan bir şirket ABD'ye Grande Punto, Fiat 500, Alfa Mito gibi modellerin kapısını açacak. BU açılım belki de Türkiye'de üretilen Doblo'nun da Ford'un Connect modeli gibi ABD'ye ihracını getirebilecek.
21 Ocak 2009 \ Akşam Gazetesi
18 Ocak 2009 Pazar
Kanadalı iktisatçı Michel Chossudovsky, ABD'nin İsrail'e gönderdiği 3 bin tonluk askeri mühimmatın, Ortadoğu'da İran ve Suriye'yi kapsayan büyük bir savaşın hazırlığı olabileceğini iddia etti. Reuters haber ajansı, Gazze'ye yönelik saldırıların başlamasının ardından ABD'nin Yunanistan üzerinden İsrail'e 3 bin tonluk askeri malzeme taşıyan iki gemi gönderdiğini bildirdi. ABD Savunma Bakanlığı, önceki gün Yunan hükümetinin itirazı nedeniyle sevkıyatın başka bir yoldan yapılacağını açıkladı. Bakanlık sözcüsü Geoff Morrell, sevkıyata geçen yaz Gazze operasyonu başlamadan önce karar verildiğini ve bunun rutin bir sevkıyat olduğunu belirtti. Kanadalı araştırmacı Michel Chossudovsky ise, Global Research sitesinde yayımlanan makalesinde, ABD'nin son zamanlarda İsrail'e büyük miktarlarda silah göndermesinin, Ortadoğu'da büyük bir savaşın işareti olabileceğini öne sürdü. Sevkıyatların büyüklüğü ve doğasının "olağandışı" olduğunu kaydeden, yetkililerin Reuters'e yaptığı "Bir seferde 3 bin ton mühimmat oldukça fazla. Bu türden bir sevkıyat oldukça nadirdir ve sektörde uzun yıllardır böylesi görülmedi" şeklindeki açıklamalarına makalede yer verdi.
Gazze başlangıç mı?
ABD'nin kasım ayında da, kiraladığı bir Alman gemisiyle İsrail'e 2600 tonluk silah sevkıyatı yaptığına dikkat çeken araştırmacı, sevkıyatın Gazze saldırılarıyla ilgili olabileceği iddialarının yanıltıcı olduğunu belirterek , ABD Kongresi'nin Gazze'de kullanılan bin adet GBU-39 tipi bombanın sevkıyatına eylül ayında onay verdiğini hatırlattı. Bu ay içinde İsrail'e ulaştırılacak mühimmatın, özellikleri bakımından İsrail'in Gazze'deki operasyonunda kullanılması olası görünmediğini savunan Chossudovsky, ABD'li yetkililerden yapılan açıklamaların ve ABD ordu belgelerinin de "genişletilmiş bir Ortadoğu savaşına işaret ettiğini" öne sürdü. Chossudovsky, asıl sorunun Gazze işgalinin ABD yapımı sığınak bombalarının kullanılacağı Lübnan,Suriye ve İran'a yönelik daha geniş bir askeri maceranın parçası olup olmadığı olduğunu vurguladı. Kanadalı araştırmacı,İsrail füze savunma sisteminin güçlendirilmesinin yanı sıra yüksek miktarda silah sevkıyatının, ABD'nin Obama yönetimi altında dünyayı daha büyük bir Ortadoğu savaşına sürükleyecek gerginlik senaryolarının bir parçası olduğu yorumunu yaptı.
15 ocak 2009 perşembe tarihli Cumhuriyet Gazetesi
'GÜLEN İMPARATORLUĞU'
Türkiye'deki dönüşüme dikkat çekilen yazıda "Türkiye artık AKP'nin yedi yıl önce devraldığı laik ve demokratik ülke değil" denildi. Gülen'in ABD'deki üssünden kendi "transnasyonal imparatorluğunu" kurduğu vurgulandı.
ABD'deki Middle East Quarterly dergisinde Fethullah Gülen hareketinin Türkiye'de devlet haline gelmeyi hedeflediği ve AKP iktidarından bu yana ülkenin laik ve demokratik yapısının bozulduğu yönünde değerlendirmeler yer aldı.
Washinton'daki Ortadoğu Medya Araştırma Enstitüsü'nün (MEMRI) Türkiye uzmanı Rachel Sharon-Krespin tarafından kaleme alınan"Fethullah Gülen'in Büyük İhtirası"
başlıklı makalede Gülen hareketinin Türkiye'de polis gücü, Ordu ve yargı kurumlarına sızdığı ve AKP ile birlikte Türk toplumunu İslamlaştırmaya çalıştıkları analizine yer verildi. Makalede AKP'nin "bürokrasiyi ele geçirerek Türkiye'nin temel kimliğini değiştirdiği" ifade edilerek "Türkiye artık AKP'nin devraldığı laik ve demokratik ülke değil" denildi. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Türkiye'yi Rusya ve İran'a yaklaştırdığının belirtildiği yazıda Türkiye'de Amerikan, Hıristiyan ve Yahudi karşıtlığının arttığı vurgulandı. Türkiye'deki bu dönüşümün ardında "AKP'nin etkili siyasi makinesinin yanı sıra Gülen'in liderliğindeki karanlık İslamcı tarikat" bulunduğu da belirtildi. Makalede "Gülen ve Fethullahçılar yalnızca hükümeti etkilemeyi değil aynı zamanda hükümetin kendisi olmaya çabalıyorlar" denildi.
Gülen'in eylemlerine yönelik endişelerin "önemsiz paranoya" olarak reddedildiğinin belirtildiği yazıda AKP kapatma davasının Batılı diplomatlarla birlikte İslamcı medyada "demokratik olmayan yargı darbesi" olarak görüldüğü oysa aynı çevrelerin bir tarafta İslamcılık ve demokrasi diğer tarafta laiklik ve faşizm ayrımına giderek Ergenekon iddianamesini alkışlarla karşıladıkları vurgulandı. Makalede "İslamcı çevrelerin Türkiye'nin İslamcılarını 'reformcu demokrat' ve modern; laik Türkleri ise 'köktendinci' şeklinde damgalaması modern siyasetin en aşağılayıcı ve üzücü bir biçimde en etkili yalanlarından biri olmalı" görüşü belirtildi.
15 Ocak 2009 Perşembe \ CUMHURİYET Gazetesi
9 Ocak 2009 Cuma
ORHAN BURSALI -- Perşembe

Sağcıların Bitmeyen Saldırısı
İnsanların niçin ve nasıl bir suçlama ile gözaltına alındıklarını bilmedikleri bir yönetim tarzına ne denir herkes bilir...
İnsanların evleri basılıyor, kütüphaneler darmadağın ediliyor, bilgisayarlarına giriliyor... “Gel bakalım, komiser ve savcı bey istiyor sizi!”
Türkiye bunu hep yaşadı, 12 Mart ve 12 Eylül ve bunlarla benzer anlayışlardaki sıkıyönetim ve polis baskınlarıyla... hep aynı görüntüler...
Dikkat edin bütün bunlar her zaman sağcı-faşist sivil ve asker iktidarların dönemlerinde oluyor!...
Bütün bu faşist saldırıların arkasında hep ABD- Pentagon vardı!
Şimdi de iktidarda dinci ve sapına kadar sağcı bir ekip var yine.
İşin ilginci, iktidarın arkasında yine ABD var... Ama bu defa asker yok!
Ama bakın askerin yerini kimler aldı: Fethullahçı dinciler, aydın kılıklılar, kendilerine eski solcu ve liberal denen yandaşlar... Askerlerle bu yeni ekip, yer değiştirmiş durumda!
***
Dünkü gözaltı, arama-tarama dalgasıyla, “Ergenekon” davası, artık hukuk devleti ve ülkesi yerine, keyfiliğin giderek tırmandırıldığı bir araca dönüştü!
Sabih Kanadoğlu kim? Sapına kadar bir hukuk insanı! Cumhurbaşkanlığı seçimi, AKP kapatma davasındaki hukuk yorumlarıyla tanınan, son olarak da, Adrese Dayalı Kimlik Saptaması’yla yerel seçimlerin yapılmasının hukuka aykırı olduğu görüşünü dile getiren isim!
Ama AKP iktidarına muhalif! Nasıl bir iddia ile evine baskın yapılıyor? Bilgi, açıklama yok.
Mantık şöyle: Baskın yapalım, evinde suç unsuru bulursak gözaltına alırız ve tutuklarız!
Sabih Kanadoğlu’na Ergenekon şemasında “hukuk lideri” diye bir yer mi açarlar? İlhan Selçuk da “teorik-fikri lider” olduğuna göre!
Polis baskınlarında evlerde eskiden “bir daktilo makinesi ve bol miktarda suç unsuru kitap ele geçirildi!” açıklaması yapılırdı. Şimdi, “bol miktarda dijital materyal ele geçti” deniyor. Daktilonun yerini de bilgisayar aldı tabii ki! Ama baskın yapılan evlerde kütüphaneler özellikle yine saldırının başköşesini koruyor! Teknikte çağ atladık ama kafa daha da geriye gitti!
Ayrıca: İtibarlı kişilere saldırılırken yanlarına mutlaka evlerinde “bir iki tüfek –bomba ele geçirilen” birileri daha konuyor! “Vay teröre bulaşmış” imajı için...
Polisin ve savcılığın, ebedi ve ezeli bu arkaik anlayışı hiç değişmiyor!
Türkiye’de demokrasi lehine bir milim yol alınmadı! Demokrasinin, seçimle iktidara gelmiş bir partinin meşruluğundan çok, iktidara karşı en keskin muhalefetin bile sürdürülebildiği, her türlü demokratik sivil muhalefetin yasal ve hukuki güvence altına alındığı bir rejim olduğunu anımsayan var mı?
Hey uşak takımı! Yandaşlar-mandaşlar! TV’lerde bol paraya demokrasi ahkâmı kesenler! “Batı demokrasisi”nin yalancı yandaşları!
Hey, AKP, yeni ABD ve Pentagon güdümlüleri!
Şişkin ceplerinizin, sesinizi çoktaaaan kestiğini biliyoruz!
Zaten, AKP öncesi telefon dinlemelerini polis devleti uygulamaları olarak bağırış çağırış eleştirirken şimdi bütün Türkiye’nin dinleme altına alınmasına sesinizi çıkarmamanız, ne tür bir demokrat olduğunuzun da göstergesi değil mi?
***
Muhalefet yok! Hele hele AKP’yi zor durumda bırakacak bir muhalefet ise kesinlikle yok!
Bu aynı zamanda, muhalif- destekçi olmayan medyaya da gözdağı değil mi! İktidarın başı, durmadan, ikide bir kime saldırıyor?!
Korkana yuh olsun! Alınlarına sürülecek bu lekeyi yoksa hiç çıkartamazlar! Şimdi gerçek demokrasiyi savunma zamanıdır!
Emekli iki orgeneral ve bir amiralin de gözaltına alınmasıyla, ordunun başındakilere de mesaj veriliyor mu! “Yarın emekli olduğunuzda, işte görün.... Ayağınızı da denk alın! Arkanızda ABD- Pentagon mentagon da yok! Kıpırdamayın, canınız yanar! Biat, sadece biat!”
Şüphesiz ki ordu bu işe karışmamalı! Bu bir sivil hesaplaşma, gerçek demokrasi kavgasıdır! İktidar Türkiye’nin yakın tarihine baksın! Sonunda mutlaka demokrasi (ye benzer bir şeyler de olsa) galip gelir! Hiçbir diktatörlük uzun süre kalmamıştır!
***
İktidar, bu yeni gözaltına-baskın-arama tarama dalgasıyla, yandaş saflarda da bir derleme toparlanma umuyor olabilir! Malum, yandaş saflarda, bazı vızıltılar çıkmaya başlamıştı! Ayrıca Ergenekon da, yandaş medyanın başlıklarından düşmüştü!
Şimdi yeni dalga ile AKP usulü “demokrasi”nin ve “millet iradesinin ne kadar büyük bir tehlike altında” olduğunun yeniden başlıklara çıkartılma günü geldi!
Zamanlama mükemmel!
İktidar ve belediyelerinin yolsuzluklarının ayyuka çıktığı, belediye başkanlarının yerlerde süründüğü, pek çok önemli belediyeyi kaybetmesinin olasılık dahiline girdiği, CHP’nin yükseldiği bir dönemde!
Gümmm... yeni bir dalga ile gündem değiştirme!
Deniz Baykal ve diğer sert siyasi muhalifler de tutuklanabilirdi! Aslında onlardan daha iyi “Ergenekoncu” mu var Türkiye’de!
Ama hayır! Onlar milletvekili; hepsinden önemlisi, Türkiye’de demokrasinin “bütün kurum ve kuruluşlarıyla yürürlükte olduğunun “vitrinlik malları” olarak, orada varlıklarını sürdürmelidirler!
obursali@cumhuriyet.com.tr
9 Ocak 2009 - Cumhuriyet
OKTAY AKBAL - EVET \ HAYIR

'Cumhuriyet' Yaşayacak...
“Bu yıl üstümüze gelen ekonomik kriz ne olursa olsun göğüsleyeceğiz. Büyük gazetelerin büyük patronları var. Paraları var. Dışardan destekleniyorlar. Batacaklar, çıkacaklar. Biz kesinlikle ayakta kalacağız. Hiçbir arkadaşımızı da feda etmeyeceğiz. Her gün konuşsak da, konuşmasak da biz bir aileyiz.”
Seksen beş yıllık genç bir gazetedir ‘Cumhuriyet’.. Bunu tüm okurları bilir. Neden gençtir, bunca yıllık yaşantısına karşın? Temel ilkelerini, cumhuriyet devrimlerini, her türlü düşmanlığa karşı yıkılmayan bir dirençle savunduğu için.
***
Yılbaşında gazetemizin tüm çalışanları bir araya toplandı. Yeni yılı kutlamak, yeni yılda her zamanki gibi Atatürk ilkelerinin yüreklice savunması yolunda, taze bir güçle savaşımı sürdürmek inancıyla...
“Cumhuriyet”, Mustafa Kemal Atatürk’ün gazetesidir. Adını verdiği “Benim devrimlerimi, tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ni sen savunacaksın, sen yaşatacaksın” dediği, bugünün, yarının aydınlık gençlerine emanet ettiği bir gazete...
Ben daha ilkokula başlamadan Cumhuriyet okuyucusuydum. Burhan Felek’in “Felek” adlı sütunuydu harf harf söktüğüm. Yıl 1929’du. Felek’le başladım, arkası geldi, tam seksen yıl!. Önce okuru, sonra da yazarı olarak...
İlhan’ın yılbaşı seslenişi beni aldı o yıllara götürdü... O da, ben de, Turhan Selçuk da, tüm genç yaşlı arkadaşlarımız da, Atatürk Cumhuriyeti’nin çocuklarıyız. Yaşam denen bir ilginç serüveni an an yaşamışız Cumhuriyeti, Cumhuriyet’le! Yaşlansak da, yorulsak da!..
Çok engeller dikildi önümüze, çok düşmanlıklar, ihanetler yaşandı. Cumhuriyet her türlü gericiliğe, yobazlığa, ilkelliğe karşı verdiği savaşımdan yengiyle çıkmasını bildi. Çağdaş devrimler cephesinde birleşmiş bir aile olarak...
***
İlhan Selçuk’un o anlamlı konuşmasını bir kez daha anmakta yarar görüyorum.
“Kimsenin kuşkusu olmasın, biz bu krizi de atlatırız. Dinci, İslamcı, şeriatçı bir Türkiye oluşturmak isteyenlere karşı da sonuna kadar mücadele verecek solukta ve güçteyiz.”
9 Ocak 2009 - Cumhuriyet
Suratına İki Kirli Pabuç Yeter mi?
Bekledim birinin çıkmasını!.. Beş yıldır Irak halkı adına birinin Bush adlı adama hak ettiği dersi vermesini!..
Milyonlarca insan öldürüldü, milyonlarcası evinden, barkından, sağlığından, çoluk çocuğundan oldu... Tutturmuştu ille de Irak’a girip, Saddam’ı yakalayıp cezalandıracak!. Yüzbinlik ordusu, topu, uçağı, tankıyla geldi Irak’ı ele geçirdi. Kadın, erkek, çocuk, genç, yaşlı demeden Irak halkını tarihiyle, güzellikleriyle yok etmek, ezmek istedi... Başardı da!.. Önce Irak’taki özgürlük savaşçılarını sindirdi, kendine yalakalar üretti, 21. yüzyıla yakışmayan bir sömürge düzeni kurdu.
***
Ya biz ne yaptık? Hiç! Seyirci kaldık, komşumuzun durumuna... Neyse ki ortak olmadık Bush’un heveslerine... Yine de bir halkın böyle düşmanca ezilmesini seyretmekle yetindik. Bize yakışan, bağımsız bir Cumhuriyet olarak bize yakışan, daha işin başında karşı çıkmaktı. Yanı başımızdaki yüzyıllarca kardeş olarak yaşadığımız Irak halkına karşı girişilen bu ahlaksızca saldırıya dur diyebilmekti.
***
Şimdi işi bitti, kapı kapı gezip vedalaşıyor... Bir ay bile kalmadı çekip gidecek Dallas’taki babasının çiftliğine, yan gelip oturacak, ardında bıraktığı milyonlarca ölüyü, milyonlarca ezilmiş, yok edilmiş bir tarihsel ülkeyi, toplumu kendi eliyle nasıl düşmanca kıydığını unutarak!..
İnsan soruyor, yok mu yüce bir adalet divanı, uluslarüstü bir mahkeme, kimse hesap sormayacak mı?.. Daha işin başında uzmanlar söylemediler mi, Irak’ta nükleer silahlanma yok diye!.. Petrol uğruna, özel hesap uğruna ücretli askerleriyle gelip tarihin en büyük soykırımını başarmak!..
***
Neyse sonunda biri çıktı, bir gazeteci, bir yazar... Ülkesinin öcünü almak isteyen bir Irak yurttaşı!.. Basın toplantısı yapan Bush’un suratına ayakkabılarını fırlattı... “Güle güle git demek işte böyle olur” dedi. Milyonlarca yurttaşının adına işte sana ‘veda’ dersi dercesine!.. Bir değil, iki kirli pabucu kafasına yiyen bir başka dünya lideri tarihte var mıdır? Böyle bir veda töreni daha önce hiç yaşanmış mıdır?
TV’ler her sabah, her akşam gösterdi. Kafasını eğerek papuçlardan kendisini koruduğunu!.. Sonra da pişkin pişkin güldüğünü!.. Utanmak ne kelime?..
***
Boşuna mı akan kanlar, işkenceler, zulümler, beş yıl boyunca suçsuz bir halkın çektiği acılar?.. Boşuna mı?.. Bush Amerikası’nın tarihe, insana, demokrasiye karşı işlediği suçların hesabının sorulmaması, boşuna mı?
İki kirli pabuç yeter mi?..
19 Aralık 2008 - Cumhuriyet
Deniz Som - Vaziyet

Nasır mıymış?
KÜÇÜK dağları sen yarattın. Küçük dağların karlı tepelerini sen yarattın. Küçük dağların karlı tepelerindeki küçük kasabaları sen yarattın. Davos'u bile sen yarattın. Yarattığın küçük dağların karlı tepelerindeki küçük kasaba Davos'u fetheden de sensin. Sen fatihsin. Arap'ın yalellisindeki kahramansın. Ilımlı ılımsız bütün islamcıların en büyük önderisin. Hamas'ın, Hizbullah'ın, Müslüman Kardeşler'in gönlünde açan bir gülsün. Esen gürleyen, atıp tutansın. Vurdu mu oturtan, koydu mu hoplatan, kalktı mı zıplatan sensin. Sen bir tanesin. Sen mazlumların mazlumu, masumların masumu, kimsesizlerin kimisin. Senden büyük bir Allah var.
Sen, sosyalist diktatör Mısır Devlet Başkanı rahmetli general Cemal Abdülnasır'dan boşalan Arap dünyasındaki karizmatik liderlik koltuğunun yeni ve yegâne sahibisin!
Amma ve lakin, Nasır denince dikkat etmelisin! Bilir misin, bilmem...
5 Haziran 1967'de Mısır'ın 240 bin, Suriye, Ürdün ve Irak'ın 307 bin asker verdiği, Suudi Arabistan, Sudan, Tunus, Fas ve Cezayir'in asker ve silah yardımı yaptığı en az 550 bin kişilik Arap orduları ile İsrail arasında savaş başladı. 50 bin kişilik İsrail ordusu, 214 bin kişilik yedek kuvvetlerini cepheye göndermesine gerek kalmadan altı gün içinde Arap ordularını bozguna uğrattı. İsrail 300 uçakla yürüttüğü hava saldırılarında Arapların 950 savaş uçağının yarısını yok etti ve 800 tankla da Arapların 2500 tankını durdurdu. Arapların "iman gücü" , İsrail'in "teknik gücü" karşısında hezimete uğradı. İsrail, Altı Gün Savaşı sonunda topraklarını dört katına çıkardı. Bugün, Ortadoğuda'ki sorunun temelini oluşturan İsrail işgali altındaki topraklar Arap dünyasının karizmatik lideri rahmetli general Cemal Abdülnasır'dan hediye kaldı!
Hem unutma; Nasır "ücüncü dünya" nın bağımsız ve bağlantısız liderlerindendi, oysa sen emperyalizmin Ortadoğu'daki eşbaşkanısın ve İsrail başbakanı Ehud Olmert de senin asbaşkanın.
Irak'da 1.5 milyon Müslüman öldürülürken sesini çıkartmayan sen; kendini fatih sanıp fazla kasılma ve sakın Nasır'ın hezimetini unutma!
Satranç
"Davos'taki satranç karşılaşmasını boksörümüz tayyip nakavtla kazandı!"
Monşer
"Çekirdekten siyasi dış ilişkilerde gaf yapar, cümle monşer düzeltemez!"
Nazi Almanyası'nda papaz Martin Niemöller'in günlüğünden:
"Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkartmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkartmadım; çünkü ben sendikacı değildim. Sonra yahudileri topladılar, sesimi çıkartmadım; çünkü ben yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı."
Sorularla
SORU: İsrail Başbakanı Ehud Olmert ile Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı RTE arasında nasıl bir benzerlik var?
El cevap: İkisi de seçim yatırımı yapıyor! Olmert, şubat ayında İsrail’deki genel seçim için Gazze’ye havadan, karadan ve denizden tonlarca bomba gönderiyor; RTE, mart ayında Türkiye’de yapılacak yerel seçimler için dört koldan tonlarca kömür ve bulgur yağdırıyor.
Bir soru daha: Olmert ile RTE, bu yatırımlarda sırtını nereye dayıyor, kime güveniyor?
Yanıt: İkisi de sırtını tabii ki Washington’a dayıyor; ABD Başkanı George W. Bush Olmert’in asbaşkanı, RTE’nin ise esbaşkanı oluyor!
Soru kendiliğinden geliyor: İyi ama “topal ördek” Bush üç-beş gün sonra gidiyor ve yerine siyahi umut Barack Obama gelmiyor mu?
El cevap: Paranın dini olmadığı gibi emperyalizmin de rengi yoktur. Kayserili nasıl, eşeği boyayıp babasına satıyorsa, küresel efendiler de kullandıkları maşayı değiştirirken boyayıp öyle satıyor.
Başka bir soru: Emperyalizmin Ortadoğu’daki eşbaşkanı RTE ve asbaşkanı Olmert iken, RTE Gazze’deki Filistinliler için Ortadoğu turuna niye çıktı?
Soruya sorularla yanıt: RTE geziye çıktı da ne oldu? Filistinlileri yalnız bırakan Araplara barış için hangi planı götürdü de ne yanıt aldı? Kaldı ki Gazze’de olanlar Arap despotlarının umurunda mıydı? Mısır, sınır bölgesinde inisiyatifi Türkiye’ye bırakır mı? Suudi Arabistan, Amerika’nın sözünden çıkar mı? Eşbaşkan RTE, arabuluculuk turu atmaya bu kadar meraklıysa niye İsrail’e gidip asbaşkan Olmert’le görüşmedi?
Son soru: İsrail’in Gazze’de İslamcı terör örgütü Hamas’a karşı başlattığı savaş, uçağa atlayıp kendini yollara vuracak kadar RTE’yi sarsmış olabilir mi?
El cevap: Evet, hem öyle bir sarstı ki, Ankara’da belediyenin doğalgaz şirketinin sorumsuzluğundan yaşamını yitiren yedi genç için ağzını açamadı!
En son soru: Ankara’da İ. Melih Gökçek’in müstafi gaz müdürü, ölen gençleri üstleri çıplaktı diye suçlarken ne demek istedi?
Son yanıt: RTE, İstanbul’da belediye başkanıyla yanarak can veren kadınların kapısındaki boş şarap şişelerini gösterirken demek istediyse onu söylemek istedi!
Eczaneler ve Teksöz ile Domaç
TÜRKİYE’DE ilk kez eczacılar meydanlara döküldü ve Türk Eczacıları Birliği Başkanı Erdoğan Çolak, sigortalıların serbest eczanelerden ilaç almasını sağlayan sözleşmeyi feshedeceklerini açıkladı. Bu karar, İslamcı AKP’nin “Sağlık Reformu”nun fena halde çöktüğünün kanıtıydı. Tıp Kurumu Genel Sekreteri Dr. Ali Rıza Üçer’in anlattıkları ise kimlerin enkaz altında kaldığını gösteriyordu:
“AKP hükümetinin iftiharla uygulamaya koyduğu Sağlık Reformu’nun en temel ayağı Kamu İlaç Alım Protokolüydü. Bu protokol 14 Aralık 2004’te Maliye Bakanlığı, Çalışma Bakanlığı, İlaç Endüstrisi İşverenleri Sendikası ve Türk Eczacılar Birliği arasında imzalanmıştı. Protokole imza atan taraflar, bu uygulamayla kamunun yıllık 1 katrilyon lira kârı olacağını müjdelerken Maliye Bakanı Kemal Unakıtan hızını alamayarak ‘Kamunun yıllık ilaç maliyeti katrilyonlarca lira. Ben bu kadar çok ilaç alıyorsam, o zaman bir kıyak da isterim’ demişti. ‘Kıyak Protokol’ün ardından, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanı Tuncay Teksöz yasal engele rağmen dünya ilaç devi Pfizer’in Türkiye Sağlık Politikaları Koordinatörlüğü’ne transfer edilmiş, Türk Eczacıları Birliği Başkanı Mehmet Domaç da AKP’den seçime sokularak milletvekili yapılmıştı!”
8 Ocak 2009 - Cumhuriyet gazetesi
8 Ocak 2009 Perşembe
PENCERE \ İLHAN SELÇUK

ABD/NATO Parmağı..."
Oysa her şey çok açık-seçik biçimde ortaya döküldü...
Ergenekon tertibinde Savcı Zekeriya Öz'ün küçücük bir "figür" olduğu tümüyle ortaya çıktı...
*
Bunlardan biri Amerika'ya postu sermiş, fikri ve zikri artık hiç tartışmaya yer vermeyecek kadar meydanda olan, meşhur Fethullah Gülen'in gazetesi Zaman...
Öteki, yayın hayatına yeni katılan Taraf gazetesi...
Zaman'ı vurgulamak için Fethullah adı yeterli...
Taraf 'ı tanıtmak için dört ismin altını çizmek gerekiyor...
Gazetenin başını çeken bu isimlerden ikisinin kocaları CIA ile özdeş, ikisi de polisle...
Dört köşe yazarı ki maşallah kimlikleri belli...
*
Ergenekon konusunda kafası az buz karışık olanlar bu yazıdan ötürü Çongar'a teşekkür borçludurlar...
"Proje" apaçık sergileniyor...
Yazıyı olduğu gibi Cumhuriyet okurlarına sunmak isterdim; ama, bu köşeye sığmayacak kadar uzun olduğundan okurken altını çizdiğim satırları aktarmakla yetiniyorum...
*
"...Ergenekon'un TSK içinden sökülüp atılması gerektiğine inanmış ordu mensupları var.
İhsan Dağı dünkü Zaman'da (Fethullah'ın gazetesi) "Rus Yanlısı Darbeye Ergenekon" başlıklı bir makale yazdı.
...bazı satırları birlikte okuyalım:
Amacı dışına çıkan ve "Rusçu" bir kliğin kontrolüne giren Türk Gladio'su artık korunup kollanmıyor... Elli yıldır batı güvenlik sistematiğinde bulunan bir ordunun Rus yanlısı, NATO, ABD ve AB ile işbirliğine karşı Rusçu bir kliğin eline geçmesine seyirci kalınır mı?"
Demek ki Ergenekon neymiş?.
Fethullahçı yazar İhsan Dağı Fethullah'ın gazetesi Zaman'da yazısını şöyle sürdürüyor:
"Bunlardan Ergenekon soruşturmasında ABD/NATO parmağı olduğu sonucu çıkmaz."
Sahi mi, sevgili okurlar, Ergenekon'da gerçekten ABD/NATO parmağı yoksa bu açıklama neden?.
*
"Türk ordusunun Washinton'da, git gide 'Batı'dan kopan, bazı unsurlarıyla Rusya'nın etki alanına giren, AB sürecini baltalamaya çalışan, Kıbrıs'ta çözümü engelleyen, demokratikleşmeyi içine sindiremeyen, 1920'lerin zihniyetine tutsak, (...) giderek Türk toplumundan da kopuk' bir kurum olarak algılanmaya başladığını gözledim.
Yukarıda aktardığım gözlemin yol açabileceği kestirmeci yorumların farkındayım. Ama bu gözlemden, Ergenekon soruşturmasında ABD parmağı olduğu sonucu çıkmaz."
*
Ergenekon'un Amerikan tezgâhı olduğunu ondan başka hiçbir kişi bu yetkinlikle anlatamazdı. Ama, yazıda asıl CIA kokusu bir başka yerden çıkıyor...
Çongar, Türk Silahlı Kuvvetleri'nde iki eğilim olduğunu da Fethullahçı İhsan Dağı ile birlikte ustaca dile getiriyor...
Neymiş ordudaki iki eğilim?.
Ergenekoncular...
Ve karşıtları...
*
Ne dersiniz?.
ABD Ergenekon'u bu amaçla mı tezgâhladı?..
Ergenekon'un anlamı ve çapı şimdi üç boyutuyla ortaya çıkmaya başladı...
Doğalgaz artık toplumsal yaşamın olmazsa olmazına dönüşmüş bir yakıt...
Ankara’da, daha başka deyişle Türkiye’nin başkentinde bu işin başındaki kişi kim?..
Veysel Karani...
Hazretin adı güzel...
Veysel Karani Müslümanlığın ünlülerinden sayılır; Muhammet çağında yaşamış, gözleri körmüş, bir aslanla dolaşırmış...
Bizim Veysel Karani de anlaşılan ılımlı İslamcı...
Ankara’da doğalgaz faciasıyla yaşamını yitiren yedi üniversiteli genç olayına ilişkin basın toplantısında gazetecilere demiş ki:
“- İşi kısa tutun; cumaya gideceğim...”
Demek ki akıl fikri faciada, doğalgazda falan değil, cumada...
Aferin!..
*
Geçenlerde gazetelerde bir fotoğraf yayımlandı; Türk Hava Yolları Genel Müdürü hacdan dönüyor, ayaklarında şıpıdık terlikler, beş adım arkasında da karısı yürüyor..
Genel Müdür “sempatik” kişi...
Objektife gülümsüyor.
*
Ciddi hizmetlerin başına geçirilen AKP’lilerin çoğunda İslamcı kimlik ağır basıyor; kadını aşağı yaratık sayıyorlar...
İçlerinde çok iyi yetiştirilmiş olanlar var; Amerika’da üniversiteler, doktoralar, diplomalar, fakülteler, falan filan...
En çarpıcı örnek kim?..
Ali Babacan..
Dışişleri Bakanı..
Amerika’da yetiştirilmiş, öğretim görmüş, özellikle eğitilmiş, bire bir ılımlı İslamcı...
Ama, hanımı nasıl?..
Dışişleri Bakanı kadın-erkek eşitliğine karşı...
Hanımı tesettürlü...
*
Çok partili rejimde döndük, dolaştık, dinciliğe demir attık...
Demokrasi bu mu?..
Irak’ta sınırdaşımız olan toplumda Kürt kardeşler çok partili rejime kavuşunca sözüm ona parlamentarizmde ne yaptılar?..
Erkeğe çok karılı evliliği yasayla meşrulaştırdılar...
*
Kadınlara düşmanlık yalnız İslamcılıkta yok...
18’inci yüzyıl Fransa’da ‘Aydınlık Çağı’ değil mi?..
Ünlü Michelet 18’inci yüzyıl için ‘Büyük Yüzyıl’ demişti...
Voltaire bu büyük yüzyılın yıldızıydı, ünü bugün de dillere destandır...
Peki, Fransa o dönemde nasıl bir toplumdu?..
Fransa’da kadın düşmanlığının Batı’daki somut simgesi ‘Cadı Yasası’ geçerliydi...
Zavallı kadınlar bu kanuna göre cadılık suçlamasıyla yakılıyorlardı...
*
Bugün Türkiye’de kadın düşmanlığı dincilik perdesi altında tırmandırılıyor; bir yanda Atatürk devrimiyle kadınlara kazandırılmış haklar ‘fiilen’ işlemez hale getiriliyor; öte yanda iktidarı ele geçiren AKP’nin liderleri eşlerini tesettüre mahkûm ederek demokrasi yaptıklarını söyleyebiliyorlar...
Devlet kadın düşmanlarının elinde...
Ne yazık ki kadınlar bu düşmanlığı tasfiye edecek bilinç düzeyine daha ulaşamadılar...
Çağları iç içe yaşıyoruz...
*
Aydınlanmacı Voltaire yaşarken Fransa’da kadınlar yakılıyordu...
Bugün Atatürkçüler yaşarken Türkiye’de kadın düşmanlığı iktidarda geviş getiriyor...
Peki, sonuç?..
Hiç kimse merak etmesin, tarihsel başarı ‘Aydınlıktan’ yana olanların kaçınılamaz üstünlüğünü vurgulayacaktır.
5 Ocak 2009 - Cumhuriyet
Yeni Dinci Sermaye Sınıfı...
Dinciler köşeyi döndüler...
Vallahi billahi ben söylemiyorum, Amerika’nın dünyaca meşhur gazetesi New York Times yazıyor...
Bizim dincilerin, daha başka deyişle AKP patronlarının lüks, zenginlik, tüketim düşkünlükleri dışarda da dillere destan oldu...
Neymiş?..
*
Evde musluklar kristalle kaplıymış; odadaki kanepe, koltuk, vb. hareketliymiş...
Nasıl?..
Uzaktan kumandanın düğmesine basıyorsun, kanepe toz oluyor, yerine namaz seccadesi geliyormuş...
Yatak odasında yine düğmeye basıyorsun, yüzme havuzu elinin ayağının altında...
Öyle bir zenginlik ve lüks saltanatı ki demeyin gitsin...
Türbanlı lüks ve gösterişli giysilerin moda defileleri de can sağlığı...
*
Peki, anlamı ne bunun?..
Dinci-İslamcı iktidar sınıfına yamanıp da kendine göre sebeplenen Marksist dönekler için ‘sınıfsal’ bir açıklamaya gerek var...
Hırslı, gözü kara, Amerika’ya bağlı, rantçılıkla faiz ve borçlanma üzerine iş tutan dinci yeni sermaye sınıfı AKP iktidarının sebeb-i hikmetidir...
*
Dinci sermaye sınıfı olağanüstü siyasal hırsıyla iktidarı ele geçirdi...
Şimdi devleti ele geçiriyor...
Hesabı ne?..
Az buçuk direnen askeri de tasfiye etti mi laik Türkiye Cumhuriyeti’nin çanına ot tıkayacak...
*
Karl Marx’ın toprağı bol olsun...
Hazret sağ olsa 21’inci yüzyıla giren dünyadaki İslamcı sermaye üzerine kimbilir neler döktürürdü?..
Türkiye’deki yeni dinci sermaye sınıfının tüketime yönelmesi rastlantı mı?..
Yok canım...
Yolsuzluk..
Yağma..
Gösteriş..
Lüks..
Hepsi kol kola...
*
1917 yıkıldıktan sonra bütün dünyada sermaye egemenleri devletleri yönetmekte rahat bir soluk aldılar...
Türkiye’de ise işin özel bir rengi var...
Laik sermayeyi dışlayan dinci sermaye, Amerika desteğiyle devleti ele geçirdi, geçiriyor...
Laik sermayenin de yakında ruhuna Fatiha okundu okunacak...
29 Aralık 2008 - Cumhuriyet
Tahtakurusu.. Pire.. Bit..
Ahmet Haşim yalnız olağanüstü bir şair değildi, eşi az bulunur bir düzyazı ustasıydı...
Tahtakurusu üstüne bir denemesini anımsıyorum, okurken çok etkilenmiştim...
Haşim bir gece uykusundan bir kaşıntı ve ısırık acısıyla uyanır, ışığı yakar, bir tahtakurusunun kaçmakta olduğunu görür...
Kendisine Himalaya dağlarından büyük gelen insandan yorgan kıvrımları arasında kaçmaya çalışan hayvancık canını kurtarmak için çırpınmaktadır...
Şair-yazar için tahtakurusu esin perisine dönüşür...
*
Eskiden tahtakurusu hayatımızın bir parçasıydı...
Ya pire veya bit?..
İlkokulun ikinci sınıfını Sıvas’ın ilçesi Yıldızeli’nde okudum...
O yıllarda Yıldızeli yoksul mu yoksuldu...
1933-1934...
Cumhuriyetin 10’uncu yılını Yıldızeli’nde kutlamıştık...
Soyadı Kanunu biz Yıldızeli’ndeyken çıkmıştı...
Osmanlı’dan artakalan Türkiye’de yaşayan insanların soyadları bile yoktu; resmi ya da özel ilişkilerde öyle bir karmaşa sürüyordu ki demeyin gitsin...
Cumhuriyet devleti bu nedenle kanun çıkarmak zorunda kalmıştı.
Okulda her pazartesi bit muayenesi yapılırdı...
*
Yıldızeli çok soğuktu...
Okulda bile üşüdüğümüzü anımsıyorum...
Öğretmen yine de yoksul öğrencileri bir sıraya dizer, özellikle uzun beyaz donlarının uçkurlarını denetler, üzerinde bit bulunanları evlerine yollardı...
Bit muayenesi başlarken bana da seslenirdi:
- Sen şu tarafa geç bakalım!..
Beni muayene etmezdi...
Jandarma Kumandanı Yüzbaşı Kasım Bey’in oğlunda bit bulunur muydu canım...
Bu ayrıcalık beni çok tedirgin ederdi...
*
Babam kimi zaman eşkıya takibine çıkar, günlerce eve dönmezdi...
Annemin kaygılı günleriydi bunlar...
Bir gün kar-kış-kıyamette, bir eşkıyanın jandarmaların ortasında, elleri kolları bağlı, ilçeye getirilişini unutmuyorum...
Adamcağızın ayakları çarıklıydı, sapsarı sakalları bıyıkları donmuştu, halk olayı görmek için yollara dökülmüştü...
Eşkıyayı komutanlık binasına soktular, ben çocuk merakıyla her şeyi yakından izliyorum; hiç unutmam, bir jandarma yanına sokuldu...
O zamanlar jandarmaların belinde adına kütüklük denen fişeklikler vardı...
Jandarma elini kütüklüklere vurarak dedi ki:
- Bak, seni bunlarla vuracağım...
Eşkıya sessiz bakıyordu..
Sonra adamı Sıvas’a götürdüler, yargılanacakmış...
*
‘10’uncu Yıl Marşı’nı Yıldızeli’nde öğrendik, soyadımızı 11’inci yılda aldık, bit ile de iyi kötü tanışmam Yıldızeli’ndeki okulda oldu...
Bugünden geriye bakınca 1923 Cumhuriyeti’nin nasıl yoktan var edildiğini daha iyi anlıyorum; o yıllarda Yıldızeli’ndeki ilkokul, öğretmenleriyle birlikte, sanki aydınlık bir kültür merkeziydi...
Ama, gaz tenekesinde ısıtılmış suyla yıkanır, gaz lambasıyla aydınlanır, İstanbul gazetelerini dört gözle bekler, geleceğe dönük umudumuzu güncel yaşamın tüm eksiklerini dışlayarak korurduk...
*
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra çıkan ilaçlarla ne tahtakurusu derdi kaldı, ne bit, ne de pire...
Peki, bu durumda Ahmet Haşim’in tahtakurusu üzerine yazısı ne olacak?..
Tahtakurusu, bit, pire gider, yazı kalır...
15 Aralık 2008 - Cumhuriyet
5 Ocak 2009 Pazartesi
Cumhuriyet - Başyazı
İstifa...
Yazıya birinci tümcede eski Doğalgaz Genel Müdürü Veysel Karani Demir’i tebrik ederek başlarsak çok mu şaşkınlık yaratırız?
Ama, bu davranışımızın bir gerekçesi var.
Çünkü Sayın Veysel Karani Demir, sorumluluğunu algılayıp üstlenerek, istifa etmiştir.
İstifa sözcüğü AKP iktidarı zamanında defterden silinmiş, böyle bir kurumun varlığı unutulmuştu.
Başkent Doğalgaz Genel Müdürü’nün istifası böyle bir kurumun varlığını hatırlatan olumlu bir harekettir.
*
Önce bir anımsatmaya gerek duyuyoruz. Arkadaşımız Hikmet Bila’nın pazar günkü yazısında anımsattığı gibi, 2004 yılında, Ulaştırma Bakanı’nın İstanbul-Ankara arasında ‘hızlı tren’ sevdasıyla patlak veren demiryolu kazasında 41 yolcu ölmüştü.
Bakanın istifası gerekiyordu.
İstifa lafta kaldı.
Bugün RTÜK gibi büyük sorumluluk, güven ve onur isteyen bir kurumun başında bulunan kişi, Almanya’da sonuca bağlanan Deniz Feneri davasından şaibelidir.
İstifa etmek aklına geliyor mu?
Başkent Belediye Başkanı Melih Gökçek’in durumuna düşen birinin artık bir dakika bile makamında oturmaması gerekmiyor mu?
*
Örnekleri çoğaltırsak gazetede başyazıya ayrılan yer yetmez.
Herkes biliyor ki AKP yönetiminin başında bulunan nice yetkili ve sorumlu kişi dosyalıdır; ama bu kişiler üstlerine yığılan şaibeleri dokunulmazlık zırhının ardına sinerek hiçe sayıyorlar.
Bu sakıncalı tutum zamane iktidarında doğal bir siyasete dönüşmüşken, aynı kampın adamı Veysel Karani Demir’in istifası beklenmedik bir davranış gibi gündeme girmiştir.
*
Gerçekte Veysel Karani Demir, müstafinin kimliği düşünülürse, iktidarın yaygın kadrolarını, düşünce biçimlerini ve dünyaya bakış açılarında dinciliğin önemini belirten bir örnek olarak ele alınabilir.
Eski Doğalgaz Genel Müdürü, yedi üniversiteli gencin ölümüyle sonuçlanan olaya iki açıdan yaklaşmayı öngörmüştür.
Bunlardan birincisi eski genel müdürün olayı izlemek için gelen gazetecilere ‘işi uzatmayın cuma namazına gideceğim’ anlamına gelen sözünde vurgulanıyor.
Facia kurbanlarına dönük “kimisinin belden yukarısı çıplaktı” ifadesiyle de, eski genel müdür, dünya görüşünün geri kalan bölümünü sergilemiş oluyor.
Kamu hizmetinde bir aksaklık ya da sorumluluk olup olmadığı sorusunu geriye bırakarak dinciliğini ve kadına bakışını öne çıkaran bu genel müdürün bir istisna olduğunu düşünmek yanılgıdır.
AKP döneminde, ister yerel yönetimlerde olsun, ister devlet bürokrasisinde olsun, yetki ve sorumluluklar Veysel Karani Demir kimliğinde kişilerin ellerine verilmiştir.
*
AKP iktidarı devleti ve belediyeleri kullanarak, meşru ya da gayri meşru yöntemlerle alabildiğine çıkar sağlayan bir yeni ve hırslı sınıf oluşturmuştur.
‘İstifa’ kurumu böylesine hırslı ve hızlı süreçlerde rafa kaldırılır, iktidara sahip olanlar için iktidarda kalmak ölüm kalım sorununa dönüşür.
Bu bakımdan Başkent Doğalgaz şirketinin başındaki genel müdürün istifası, bir istisna oluştursa da, önemlidir.
Darısı Veysel Karani Demir benzerlerinin başına...
5 Ocak 2009 - Cumhuriyet